31 Temmuz 2008 Perşembe

Yalın Kafası Kalın:ŞAŞIRMAYIN!

Evet,bu yazıyı görünce önce panikleyip sonra şaşırmayın. Oldu mu şimdi bu demeyin. Blogda ki ilk Türk müzisyen değerlendirmem Yalın için olacakmış, kısmet! Kalamadım adlı şarkısına klip çekmiş sanırım Yalın. İzledim klibi tesadüfen ve tam depresif modda. Ama şarkı sıradan bir Yalın şarkısı. Sözleri vasat lise şiiri. Prozodi desen ayrı bir sorun. Hele klipte ki mavi saçlı kızı alttan çeken kamera açısı da ne! Olmuş mu hiç! Sen Los angels'lara gidip, oralarda kayıt yapacak kadar zengin bir adamsın. Bari biraz çalış şu işe! Yıllar geçince utanma kendinden. Yalın sana buradan sesleniyorum; Müzik koçun olayım senin!Hem ben kendi projelerim için para kazanmış olurum, hem sen adam akıllı müzik yapmış olursun. Ama bu kalın kafa ile gidersen belli süre sonra vasat şarkılara uzun metraj film bile çeksen olmaz. Hele ki bu iş Travis dinlemekle topu Selim Öztürk'e atmakla hiç olmaz! Benden demesi.

Ne varsa Folkta var:Ray LaMontagne




Şimdiye kadar yazdıklarımı az çok okuyan gitar müziğinden etkilendiğimi ve gitar müziğini sevdiğimi anlamıştır. Elektronik şeyleri pek sevmiyorum.(istisnalar var tabii) Çok deneysel olmakta bana dinleyici bilmez ben bilirim tavrı gibi geliyor bazen. Zaten bakın sevdiğiniz şarkılara; ya bir akustik piyano vardır içinde ya da bir gitar. Diyeceğim şu ki Folk rock ve genel itibari ile gitar müziği hiç bir zaman ölmeyecek. Her zaman kendi odamıza çekildiğimiz zaman, denize baktığımız zaman,duvara baktığımız zaman,şehire baktığımız zaman,ağlayacağımız zaman, birini özlediğimiz zaman, aklımızın karıştığı bir zaman, aşık olduğumuz zaman,çaresiz olduğumuz zaman,sevdiklerimizi ruhen ya da bedenen kaybettiğimiz zaman diyeceğim o ki zaman zaman sade şeyler her zaman çok daha büyük etki ve rahatlık verir. Bir nevi manevi iç sestir. Ray LaMontagne işte böyle bir içtenlik. Daha önce kritiğini yazdığım Bon İver'in daha olgun hali.Ray LaMontagne dediğim adam saçı sakalına karışmış biri. Yolda görseniz dönüp bakmayacağınız tiplerden. Sesini duyarsanız o başka! Henüz Ray LaMontagne ile tanışmadıysanız; "lesson learned" kendinizle baş başa ilk ödeviniz olsun. Sonra kafanıza göre takılın. Tüm aşklar arabesktir sonuçta! Herkes dersini bir şekilde almalı! Ve güzel müzikten payını...


Bu gün senin günün:VALENTEEN


Şöyle bir bakıyorum dinlediklerime kadınların yeri çok fazla değil. (grup ya da müzisyen bazında)
Buradan erkekler müzikten daha iyi anlar gibi bir sonuç çıkarılmasını istemem ama araştırmalık bir konu alın size! VALENTEEN lakaplı bir hanım kız ile tanışmıştım geçenlerde. Gotic ve Folk rock karması bir sesi ve şarkı yapısı var. Özellikle "Head of horrors" şarkısında sesinin güzelliğini daha net görüyoruz. Bunun dışında ki şarkıları da fena değil. Tarzına sadık biri.Öyle deneysel şeyler yapacağım diye kendini maymuna çevirenlerden değil. Ama benim garip kulağım "The Wild Fire" adlı şarkısında önce Velvet Underground sesleri duydu(venus in furs) sonra da bu şarkının içinde ki bir melodinin Michael Pitt'in "That Day" şarkısı ile eşleştirdi. (Last Days filmini pek sevmesem de bize güzel bir soundtrack kazandırmıştı bu film-olmayanlara tavsiye ederim.) Sonuç olarak bayan müzisyen ortalamam yükseliyor!


"Liam" ismini görünce iki kere düşünün!



Müzisyen ailenden gelen bir çocuk Liam finn. Bence Liam ismi bir yerde geçiyorsa onlara dikkat etmek gerekir. (Misal Liam Gallagher[Oasis]) Bu kardeşimiz 83 doğumlu. Albümü ortalamanın üstünde sayılabilir. Zaten eline ve önüne ne gelirse çalabilen elemanlardan sanırım. Gördüğüm performansı güzeldi şahsım adına. (Davula çok abanıyor o ayrı) "Second Chance" adlı şarkısına bir şans verin derim. Bu yılın hoş deneyimlerinden sayılabilir. (Yanlış bilmiyorsam Pearl Jam ile turluyordu bir aralar)

30 Temmuz 2008 Çarşamba

El mariachi değil EL CONDOREZ:Rock İçin Yeni Kan Geldi Hanım!

Son zamanlarda dinlediğim ender sağlam gruplardan birisi de EL Condorez. Ne henüz adı bilinen bir grup ne de elle tutulur bir sanı var. Myspace sayfalarında 4 adet şarkıları bir de Rock n Roll Syndrome şarkılarına çektikleri performans klibi. Toplam 5 şarkı yani. Şimdi şöyle bir alıcı gözü ile bakalım. Grupta çok yakışıklı diyeceğimiz bir eleman yok. Zaten topu topu 3 kişiler. Manc’lılar üstelik. Hani çoğu İngiliz ve Amerikalı grup arasında sound’ları ile fark ediliyorlar. Çok iyi bir klip ve hafif imaj ile piyasada sağlam bir yer tutabilirler. Çok iyi bir bar grubu görüntüleri var ama Rock star olabilecek pek nitelikleri yok. Zaten onlara bir tavsiye de bulundum. Ama onlar sadece şarkılarınız çok güzel kısmını hanelerine yazmışlar. Hatta Jeff Buckley ölmedi sizin grupta vokal yapıyor değil mi? Yemeyin beni dedim. Nothing Is Real zaten So real ile kan kardeş felan dedim. Eleştiriye ve açıklığa pek gelemiyorlarmış, onu anladım. Ama klasik rock severim diyorsanız, Jeff Buckley içinizde yer etmişse, Gibson gitar tonları sizi hep cezp etmişse bu grubu kesin dinleyin. Cream ile Led Zeppelin arası bir sound işte. Ben çok sevdim. Herkese armağanım olsun. Yılın önemli gruplarından sayılabilir…

Müzisyenler-Gruplar-Dinleyiciler ve Yazanlar İçin Yasal Uyarı

Hem legal hem illegal tüm müzik yayınları tek bir çizgi ile ikiye ayrılmıştır. Biri ya çok mainstream şeylere yönelir biri de tamamen underground şeylere ehemmiyet verir. Hatta bazıları marjinal şeyler dinliyorum dedirtmek için kendini paralar. Burada yazdığım yazılar piyasaya çıkmak isteyen müzisyenler ve gruplar için bence önemli yazılar. Çünkü bu işin iki tarafında olduğum için olayı az çok biliyorum. Bu yüzden yazdıklarıma reel bakmak en iyisi sanırım. Bunun yanında Türkiye’de Türkçe olarak yayın yapan kimi blog yazarları gerçekten güzel bir açılım sağlamaya çalışıyorlar. Sanırım bu istemsiz; tamamen içgüdülerle oluşan bir şey. O kadar çok güzel blog sahibi var ki, çoğunu tanımasam da onlara gerçekten müteşekkirim. Belki de bende bu yüzden hem yerli hem yabancı birçok blog da yazdım. Ve tekrar yazmaya başladım. Bu yüzden zaman zaman çokbilmiş tavırlarımız oluyordur. Ki ben bir de işin müzisyenlik tarafındayım. Bunun içinde takip etmek zorundayım. Eskiden birisi güzel bir şarkı yaptığında o kişi ya da grup kadar sevinirdim. Bu sadece müzik ile ilgili değil. Hayatın her alanında bu geçerli. Çünkü dünyayı döndüren şey bu sevgi. Demagoji yapmaktan çok edebiyat parçalamayı sevdiğimden edebiyatı burada kesiyorum. Size içten yazılarla geri döneceğim; hatta kalın! Beni işverenden çok işçi sayın!

Nacizane Tavsiye:Mumford and Sons-Sea Wolf-THE Boggs

Bu kez kısa ve öz bilgilerle 3 grup tanıtacağım. Myspace artık ucu bucağı olmayan bir derya. Sıkmaya başladığı da söylenebilir bir bakıma. Ve genelde bana başkaları tarafından önerilen gruplar pek içime sinmiyor. O bakımdan ben size bende oluşturduğu etkiye göre grupları tanıtıyorum. Ve büyük grup küçük grup gibi bir etiketlemeden kaçınarak ve hiçbir yerden etkilenmeyerek sizlere en öz bilgiyi vermeye çalışıyorum/çalışacağım. Dikkat ettiğim bir diğer husus ise hem bilinen grupları hem de hiçbir yerde kritiğini görmediğim(türkçe olarak) grup/müzisyenleri tanıtmak. Ve şimdi…


İlk grubumuz Mumford and Sons. İngilizler ve tarzlarına Folk / Bluegrass / Afro ritm demişler. Bluegrass etkisi fazla. Bluegrass denen şey de bizde yöresel müziklere denk geliyor aşağı yukarı. Çayır-çimen-dağ-orman-keçiler-huzur-umut-hüzün bir çok şey. Bu tarza karakteristik özellik veren şeyde Banjo (banco) denen çalgı. Ki grubun “The Banjolin Song” diye şarkısı var. Ama ben size önce “White Blank Page” adlı şarkı ile sonra da “Awake My Soul” ile devam etmenizi salık veririm.



İkinci grup (aslında tek kişi) ise Sea Wolf. Kardeşlerimin sevdiği- bana da çocukken sonbaharda yakmak için yapraklarını topladığım evimizin bahçesini hatırlatıyor. “Winter Windows” şarkısı sanırım en bilinen şarkısı. Bence onla başlayın. Ya devam edersiniz zaten ya da etmezsiniz.


Son grup THE BOGGS. New york semalarındayız yine. Punk - Afro ritm- Garage olarak nitelemişler tarzlarını. Tam olarak da bu tarzları karıştırıyor grup. Bir ara No Age dinlemiştim ve onun sıkıcılığından bir anda olsa bu grup beni kurtarmıştı. “ARM IN ARM” adlı şarkıları ile başlayın derim. Alternatif sesler duymak zaman zaman iyidir.

29 Temmuz 2008 Salı

Karaman'ın Calla'sı New York'un CALLA'sına karşı

Uzun süredir dinlediğim ve sadece eşe dosta tavsiye ettiğim bir gruptu Calla. Ne bir yerde kritiğini gördüm ne de biri bana tavsiye etti. Zaten böyle güzel grupları kader karşınıza çıkarır. Yoksa isteseniz de bulamazsınız. Beggars banquet web sayfasına yıllar önce bir uğramıştım. Uğramamın sebebi de sanırım Mark Lanegan idi. Pardon Biffy Clyro sayesinde tanıştım. Evet, sene 2004-2005 civarıydı sanırım. O zamanlar listemde Biffy Clyro’nun “Pause It And Turn It Up”ı çok dönüyordu. Velhasıl kelam Calla adlı güzide grup Beggars banquet şirketi anlaşmış ve dinlemem için beni bekliyormuş. Bir şekilde şarkılarına ulaştım. Epey zor olmuştu ama değmişti gerçekten. O gün bu gündür sevdiğim bir gruptur. Bildiğim kadarı ile grubun temelleri Teksas’ta atılmış daha sonra New York’a yerleşmişler. 14-15 senelik bir müzik mazileri varmış grup üyelerinin. Ama Calla adı altında 9-10 sene. Az zaman değil. Tüm albümlerinin yeri bende ayrıdır. Müzikal gıdalarını folktan ve post punktan(hatta shoegaze de var) aldıklarından mı nedir beni hiç sıkmayan aksine heyecanlandıran bir grup. Melankoliyi ve sessizliği öyle yerinde kullanıyorlar ki ne ağlak şarkılar ne de aptal tepinme parçaları çıkıyor ellerinden. Size hangi şarkıyı tavsiye etsem bilmiyorum. Ama “fear of fireflies” ile bir başlayın derim. 2007 çıkışlı Strength in Numbers çok güzel bir albüm. Son albümlerinden başa doğru gitmek daha iyi olabilir gibi sanki.5 albümleri var. Lafı uzatmaya gerek yok. Hem dinleyin hem dinletin.

Not:Ayrıca Calla koyun eti, Patlıcan, Domates ve baharatlarla güveçte yapılan bir et yemeğidir.(Konya ve Karaman yöresine ait)Patlıcan kebabıdır anlayacağınız. Hem yeyin hem dinleyin.

Bernard Butler’in Ekmek Tekneleri: Duffy-Black Kids-1900s-Cajun Dance Party-Cut Off Your Hands-Sons & Daughters









Bernard Butler’i öncelikle Suede’ den tanırız. Kendi başına çalışmalarını ve yan projelerini bir kenara koyarsak kafası çalışan ve yetenekli bir gitarist-işini bilen bir prodüktör kendisi. Burada işleyeceğimiz konu ise başlıktan da anlaşılacağı üzere daha çok prodüktörlüğü ve yapımcısı olduğu yeni gruplarla ilgili. Malum müzik endüstrisi hem Türkiye de hem de yurtdışında azalan bir grafik çizmekte. Buna birçok neden sayılabilir. Göz ardı edilen önemli bir nokta müziğin insanlar için öneminin eskisi kadar olmaması ve grup/müzisyen kalabalığında iyi şarkı yazmanın-samimiyetin-müzisyen ve dinleyici bağlarının eskisi kadar kuvvetli olmaması. Büyük gruplar albüm satışlarından ziyade festivallerden yeterince gelir elde ediyor ama küçük(ama etkili) birçok grup/müzisyen de göz ardı edildiği için yol yakınken dönüyor. Belki ülkemiz önemi çok yavaş artsa da prodüktörlerin ve müzik koçlarının değeri çok önemli. Üretirken 2. Planda ama yayınlanmadan önce 1. Sırada. Bernard Butler işin mutfağını da sahnesini de geleceğini de çoğumuzdan iyi bilen birisi. Ve Suede gibi bir tecrübesi var. Bu tecrübe başarısız sayılmasa da daha popüler olmayı hak edip beklenilenden daha kenarda kalan bir tecrübe. Bu başka grupların şekillenmesi için kullanılabilecek bir malzemedir şüphesiz. Biz ne dersek diyelim (piyasada olan kişiler daha iyi bilir) en baba grup ve müzisyenlerde bile tutar mı tutmaz mı kaygısı vardır. Bu doğal bir kaygıdır. Çünkü istediğin şeyleri müzikte devam ettirebilmek ve bir yandan hayatı devam ettirebilmek için destek lazımdır. Bunu da hepimiz biliyoruz.(neyse) Bernard Butler kumaşı sağlam grupları çevresine toplamış bir yapımcı. The Libertines’i piyasaya çıkarması bile tüm gözleri üstüne çevirdi. Ben Bernard Butler’i müzisyen olarak takdir etsem de yapımcı kimliğini daha çok seviyorum. Orkestrasyon kullanımı(Not Alone),düzenleme mantığı, şarkılarda gitar çalması(örnek çok), hatta neredeyse tüm enstrümanları çalması (Duffy)gibi özellikleri onu bir yapımcı olarak yemede yanında yat klasmanına sokuyor. Bu adamın övülecek çok şeyi var . Ama The Libertines ve The Veils den sonra içinde ruh olan bir grupla çalışmadığı da aşikar. Liste uzun ama yapımcılığını yaptığı gruplara/kişilere bakarsak Duffy-Black Kids-1900s-Cajun Dance Party-Cut Off Your Hands-Sons & Daughters ve bunların albümlerini dinlersek şunu anlıyoruz. Aceleye gelmiş-oradan buradan şuradan bunları şunları onları alalım ve şarkı yapalım mantığının ürettiği gruplar/müzisyenler ne yazık ki. Ki bu grup ve müzisyenlere kötü de demiyorum. Sadece üzerinde daha fazla çalışılması gereken işler. Bernard Butler ne yapsın bir sürü yeni grup-müzisyen. Hangi biri ile ilgilensin! Bunun dışında bu grupları piyasada belli başlı isimlerle yan yana getirme çabası ki (Bunun Bernard Butler ile pek alakası olduğunu sanmıyorum) bu daha kötü bir pazarlama mantığı. Cin olmadan şeytan çarpmaya benziyor. Duffy’nin Amy Winehouse eğilimi, Cajun Dance Party’nin yeni Arctic Monkeys olma sevdası, Black Kids’in eğlenceli sözler yazarak üzerinde ki müzikal belirsizlik havasının kalkacağını sanması, Cut Off Your Hands’in-Sons & Daughters’un-1900s’ın benzeri binlerce grubun varlığı ve yavanlığı… Bernard Butler beni duyuyorsan sana bir teklifim var. Bu kısır döngüden çık ve bir ara Türkiye’ye yeniden gel; benim gruba bir el at. The Smiths aşına!
Not: Bunca lafa rağmen Duffy'den "Stepping Stone", Black Kids'den "Hurricane Jane",Cajun Dance Party'den "Buttercups", Sons & Daughters'dan "Darling" şarkılarını tavsiye ederim.

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Minareyi Çalan Kılıfını Hazırlar:The Courteeners- st. jude


Grup analiz:2006 da kurulan The Courteeners kısa sürede popüler oldu.Evet, 2 sene epey kısa bir zaman dilimi. Grubun debut albümleri st. jude u inceleyelim bakalım. Bu incelemeyi yaparken bir çok şeyi anlatmaya çalışacağım.(elimden geldiğince)


Kim ne derse desin (kim ne diyecekse) The Libertines kısa tarihine rağmen birçok grubu etkiledi. Pete Doherty ve Carl Barat’ın Allah’ın bir lütfü olan sinerjileri ve enerjileri gerek albümlerinden gerek sahneden insanlara fışkırıyordu. The Libertines çoktan miladını doldurdu. Ama İngilizler bir umut The Libertines’i yeniden canlandırma çabasında. Ama bunu Pete ile Carl’ı bir araya getirmekten çok yeni Libertinesler ortaya çıkartarak yapmaya çalışıyorlar. Buna en çok yaklaşan grup Larrikin Love idi.(ki onlar The Libertines yolundan gidip üstüne bir şeyler koymuş bir gruptu) Ama onlarda kısa süre sonra dağıldı. The Courteeners ise The Libertines e teğet geçen bir grup sadece. Bunu anlamak için müzik dehası olmaya gerek yok. Aslında çoğu İngiliz grup gibi The Courteeners da belli türlerin önemli gruplarından bazı özellikler almış. Hem bu sayede hem de biraz düzenleme ile ortaya eli yüzü düzgün şarkılar çıkarmışlar. The Libertines şarkıları çoğu İngiliz gruba göre daha çiğ bir sound da olduğu için dinlemesi ilk zamanlar için biraz zorlayıcı olabiliyor. Ama The Courteeners de durum farklı. Şarkılar çok rahat, anlaşılır ve kolay dinlenebilecek şarkılar. İsterseniz siz buna radyo dostu şarkılar deyin. Şimdi söyleyeceklerim İngiliz çoğu grubun temel dayanağı. Biz onların (Bizden kastım Türkiye ve Avrupa dinleyicisi) genel olarak belli başlı mainstream gruplarını biliyoruz. Mesela geçen post-punk grupları ile ilgili bir araştırma yapayım dedim;işin içinden çıkamadım. Hem mainstream hem de underground o kadar çok grup var ki ve bu sadece diğer bir çok tarza göre daha sınırlı alan içinde yapılmış bir araştırmaydı. The Courteeners ya da bir başka grubu eleştirirken en yakın örnekleri ele alıyoruz bu yüzden. Oysa The Courteeners The Libertinesten çok The Housemartins’ e benziyor. Bu benzerlik hem genel hem de şarkı bazında. The Courteeners’i bir çok kişiye tanıtan parça No You Didn't, No You Don't isimli parçaları. Ve bu parça The Housemartins’in “hopelessly devoted to them” şarkısına çok benziyor. Genel olarak dinlenme kolaylığı ve şarkı da atraksiyonlar bile benzer seviyede. Şarkıların benzer olması benim için sorun değil. Benzer bile olsa insan üstüne bir şeyler ekler. Daha iyi hale getirir. Ne yazık ki bu da yok. Ben Türk olarak bunu görüp anlıyorken NME bu grup için “The new Manc messiahs? Diyor. Birçok müzik yayını grubu övüyor. Kimileri orta halli eleştiri yaparken The Libertines’e benzetiyor. Oysa grup sağ gösterip sol vuruyor. Bunlar ilginç şeyler. Bazı yerlerde okuduğum ve benim de daha önce fark ettiğim şey elemanların "what took you so long" şarkılarının girişinin İnterpol’un hands away’ine benzediği. Ama İnterpol’ü de başka gruplara benzetebiliriz; işin bir de o yönü var ama oraya hiç girmiyorum. İlerde bir zaman Post-punk dosyasında onu işlerim sanırım. Diyeceğim şu ki; onca imkânı olan bu gruplar neden üretmek için çalışmazlar. Kendi medyaları da kendilerini pohpohlar durur. Buna benzer olay Türkiye’de olsa çok acımasız davranabiliriz. Çünkü kendi gruplarımızı garip bir şekilde hiç sevmeyiz. Bu da ayrı bir tartışma konusu tabii. Bu lafımı okuyup sen niye Türk gruplarını yazmıyorsun o zaman diyebilirsiniz. Yazmayacağımı kim söyledi?

Kış Erken Geldi:Bon İver-For emma forever ago


Benim gibi yeni seslerden yeni sözlerden heyecanlanan birisi sürekli arayış içindedir. Yani öyle olmalı sanırım. Müzik içinde,sanat içinde,sinema içinde, inanç içinde arayış-sorgulama-okuma-anlama-algılamaya çalışma önemli. Çoğu insan kendini çukura düşmüş gibi hissediyor. Herkesin asık suratında patlayan bir yumruk gibi saklı sessiz çığlıklar birikmiş. Birisinin gelip bizi o kuyudan çıkarmasını bekliyoruz. İşte Bon İver kardeşimiz de aşktan yana dert çekmiş-gönül vermiş-kalbi kırılmış olanlardan. Sesini öyle içten kullanıyor, kelimeleri öyle iç burkan bir şekilde etrafa savuruyor ki sizde “haklısın be kardeş” diyorsunuz. Birlikte bir bardak çay içmek, biraz dertleşmek istiyorsunuz. Aşk üzerine kısa ama etkili bir sohbet etmek istiyorsunuz bu adamla. Bu dediklerimin hepsini “Skinny Love” ile yapıyor. Bu arada Bon İver sahne adı bu kardeşimizin. Asıl adı Justin Venon. 27 yaşında bekar!?!Singer-Songwriter ekolünün yeni temsilcilerinden. Skinny Love Emma’ya göndermeler içeren bir şarkı ve albümün naifliğini özetliyor. For emma forever ago adını taşıyan albüm bildiğim kadarı ile Bon İver’in ilk albüm kaydı. Az miktarda basılmış bu albüm sonra 4ad tarafından duyulunca kardeşimiz daha fazla tanınma imkanı bulmuş. Ayrıca Rolling Stone magazine den öğrendiğim kadarı ile Bon İver Fransızca'dan minik bir kelime oyunu imiş. (Bon Hiver / İyi Kış) Ve bu albümü bir dağ kulübesinde inzivaya çekilerek , belli süre orada yaşayarak , tüm ihtiyaçlarını ormandan karşılayarak oluşturmuş. Aşk bu;ya öldürür ya süründürür! Buradan Justin kardeşime sesleniyorum: “ Sana kız mı yok oğlum,koç gibi adamsın”.For Emma(anladın sen!)
not: Bir kaç aydır bir şekilde Bon İver kritiği yazmak istiyordum.Nasip bu güne imiş.

Kopya Koyunlar-Kopya Soundlar-Naylon Albümler:Joe Lean and The Jing Jang Jong ve CAPTAIN PHOENIX

İngilizlerin kurnaz bir ulus olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Ama onların zeki olduğunu söyler kimileri! O da kısmen doğrudur. Zekâyı nasıl kullandığı benim için daha önemli. Bu köylü kurnazlığının en önemli sebebi birçok ülkeyi-hatta dünyayı sömürmesinden ileri geldiğini tarih okuyan herkes az çok bilir-görür. Sömürü halen tüm hızıyla devam ettiği gibi bu sömürünün getirdiği ülkesel maddi refah düzeyi onların sanatla(müzikle) çok içli dışlı olmalarına yarıyor hiç kuşkusuz. Bitmek bilmeyen bir müzisyen pazarı bu ülke. Her eve bir rock star-10 kupona bir grup-gün aşırı yeni müzisyen gibi sözler vermişler-yeminler etmişler-antlar içmişler sanki. Konumuzu bu noktada Joe Lean and The Jing Jang Jong adlı gruba bağlayacağım. İsmi uzun elemanları uzun ama içi boş bir grup. Bir pazarlama ürünü oldukları sıfatlarından bile belli. Ama işin ilginç tarafı bu elemanlar festival, şenlik,düğün-dernek dolaşıyorlar. Sağlam menajerleri sağlam bağlantıları var belli. Yani aldıkları parada gözüm yok ama yaptıkları müziğe sözüm çok. The Kooks vari bir grup ama kötü bir remake hali. Belki biraz da Razorlight eklenmişi. Temcit pilavı misali ısıtılıp ısıtılıp köpek maması gibi önümüze sürülen binlerce grup var böyle. O da sadece İngiltere’de. Gerisini siz düşünün. Klasik İngiliz şarkı nakarat formülü Heyyy heyyy ooooo heyyyy ooooo-o-o-o-o-çaçaçaça-oooo-heyyyyyy-aaaaa –aa –aa –ba-ba-a-a gibi kendince şekerce ve şirince şeyler de ekliyorlar şarkılara ara ara. Ama keşke bunlar yeterli olsa. Bu tarz bir grup sayılabilecek bir diğer grupta CAPTAIN PHOENIX. Bunlarda Joe Lean and The Jing Jang Jong gibi 2008 de albüm yayınlayan bir başka grup . Yani diyeceğim o ki müzikal anlamda kopya koyunlar misali ortalıkta dolaşan ruhsuz bir çok The strokes var. Ve sıkıyorlar. Az önce de The Ads diye bir grup dinledim onlarda Maroon 5 gibi. Bu grupta CAPTAIN PHOENIX’un arkadaş listesinde idi. Hem kendileri hem arkadaşları başka grupları kopyalıyor. Tuttuğunuz Fender’in hakkını verin sarı çiyanlar! Zaten ömrünüz birkaç seneyi geçmiyor. Gelin orta yolda anlaşalım!
Not:Üstte ki grup Joe Lean and The Jing Jang Jong Altta ki grup ise CAPTAIN PHOENIX. Bu tipte ki kişileri görünce kaçın!


Elvis Presley *Shoegaze yapmak için Geri döndü: Glasvegas



Bende müzik işi ile az çok uğraştığım için aklıma bir sürü fikir geliyor doğal olarak. Gelmiyorsa zaten pekte uğraştığınız söylenemez/bir enstrüman çalsanız da çalmasınızda iyi bir çıkış noktası şart. Malum çağımız hem kaotik hem psikolojik bir çağ. Bununla beraber en fazla huzura-umuda kısacası inanca ihtiyaç duyduğumuz çağ. Müzik endüstrisi çağdan pek farklı hareket etmiyor pek tabii.Bir taraftan bir çok tarzı aynı potada eritme çabası varken bir yandan da ne daha fazla tutuluyorsa oraya bir çöreklenme var. Bunu yakın zamanda The Strokes-The Libertines ve türevlerinde gördük.Yine Arctic Monkeys tutunca da grubun mayasından damızlık alınıp ismi farklı müziği aynı bir çok grup türemesini yakın zamanda gördük/görüyoruz. Ki Arctic Monkeys gibi bir oluşum fikri dahice değil sadece harekete geçirici bir etki. Rock ve Dans müziği- günümüz eğlence anlayışı ve indie kucaklaşması herkesin talep ettiği şeyler. Bu dönemde hep şunu sordum kendime: “ Acaba kendi içinde dinamik bir ritm yapısı olan saykodelik şarkılar yapacak delikanlılar yok mu piyasada”.(bunu demişken Arctic Monkey'in yeni albümünde(3. albümlerinde) Psychedelic etkileşimler olacağını açıkladıklarını da belirtelim) Bundan kastım sörf ve shoegaze karışımı bir tarzdı. (bir kaç senedir benim aklımda bu vardı şahsen). Zaten Shoegaze tür bakımından insanların kolay kolay sindirebileceği bir tarz değil. Dinlemesi ve anlaması/anlaşılması da zor. Ama buna Sörf müziği etkileri katmak olayı sulandırmaktan çok kıvama getirebilirdi. İşte bu kıvamı yakalayan ve son zamanlarda dinlerken mutlu olduğum grup Glasvegas.

My Bloody Valentine ile Elvis Presley kafa kafaya tokuşturmak gibi tanımlar kullanmakta pek sakınca yok gibi görünse de Glasvegas bana Galaxie 500’ü bile hatırlattı. (Galaxie 500 indie camiasının has gruplarından sayılır. ) Kimi eleştirmenler Arctic Monkeys kadar meşhur olacaklar diyor ama bence yanılıyorlar. O kadar meşhur olmak artık biraz zor.Daha doğrusu meşhur olmak kolay ama kalıcı olmak daha zor diyelim. Ama Glasvegas potansiyellerinin farkında. Debut albümleri için co-produced olarak James Allan & Rich Costey ikilisi ile çalışmışlar/çalışıyorlar. Bu isimleri Franz Ferdinand, Interpol, Muse gibi gruplardan hatırlıyoruz zaten. Ve ilk single olarak Daddy's Gone seçilmişti.Bonus olarak A Little Thing Called Fear ve Nirvana coverı Come as you are bulunuyormuş. Bende bunları dinlemedim henüz. Ama daha önce bir çok kişi tarafından coverlanmış (en son Beck tarafından dile dolanan) The Korgis coverı Everybody's Gotta Learn Sometimes ı hoş yorumlamışlar. Albümlerini edinmek istediğim ender yeni gruplardan Glasvegas. Çok farklı tarzlarda yorumlar yapıyorlar görüldüğü üzere. Hatta bir The Ronettes şarkısı olan Be my baby yi de coverlamışlar. Ne deyim Allah yollarını açık etsin. Herkes en az bir kere Glasvegas dinlesin.Unutmadan albüm kapaklarına bayıldığımı ve şarkı sözlerinin de kaliteli olduğunu es geçmemeli.


Not1: Ben grubu yakın arkadaşlarıma anlatırken yakında dergilere kapak olurlar dediğimden bir ay sonra NME britanyanın en iyi yeni grubu sıfatı ile grubu kapağına taşıdı. NME'ye bakmayın siz. Ben onlara ara sıra bakarım ama pek takmam:)

*Shoegaze=Hayallerin kimi zaman gürültü kimi zaman dinginlik içinde anlatıldığı müzik tarzı.(kısaca ve açıkça)Ölüm ve Rüya temasını en iyi işleyebilen tarz.(bence)

Kaç kuşaktır Göklerde olan Grup/Yere inmesi Şart!:Radiohead-in Rainbow



Müzik dünyasında Radiohead deyince akan suların durduğu doğrudur. Güzel şarkılar yaptılar senelerce/daha da önemlisi bir ekol oldular senelerce. Herkes Ok Computer ‘i baş tacı yapsa da ben The Bends’i daha çok sevdim hep.Kimi Radiohead'i Kid A öncesi ve sonrası diye ayırdı.Ama olsun. Radiohead’in en sevdiğim yönü çok yönlü bir grup olması ve araştırmacı kimliğini hep ön planda tutması/liriksel olarak da belli bir çıtanın altına inmemesi. İn rainbow albümü çıkınca aslında büyük şeyler beklemiyordum. Albüm çıktı- dinledim-bitti. Bir tat eksikliği kaldı dilimde. Gökkuşağının içinde olmalarına rağmen renk skalalarında bir sabitlik gördüm. Tüm gökkuşağı neredeyse tek ve ana renkten oluşuyordu. Bildiğimiz radiohead melankolisi. Bu da tabii Thom Yorke’dan kaynaklanıyor kuşkusuz. Dinleyici gözünde büyüttüğü gruplardan büyük albümler bekler durumu Radiohead için hep geçerli olduğundan tatmin sorunu yaşamam olağan tabii. Radiohead bence artık dağılmalı! Çünkü ancak bir ayrılık onları yeniden derinleştirir bence. Yaptıkları şeylere ve grup içinde ki o ahenk o kadar net ki onlar hep böyle albümler yapacak hissi de vermiyorlar değil! Albüm kötü bir albüm değil kesinlikle. Ama Radiohead artık evrensel bir müzikten çok kişisel bir müziğe bir saplantıya dönüştü. Bu bazı grupların girdiği çıkmaz bir sokak kuşkusuz. Zaten albüm müzikalitesi ile değil internet üzerinden ücretsiz indirilmesi ve dinleyicilerin albüme kafalarına göre bir ücret ile sahip olabilmeleri gibi uygulamaları ile gündeme geldi. Kimileri bu uygulamayı devrim saydı. Oysa ki Radiohead büyük grup olma avantajını çok iyi kullandı/kullanıyor sadece. İn rainbow virajdan önce ki son banket. Radiohead bundan sonra Kid A gibi acil bir evrim yaşayacak ya da dağılacak/dağılmalı. Albüme dönersek “all haıl to the thıef” in bir devamı sadece. İçinde “Jigsaw Failing Into Place” gibi hoşluklar da barındırıyor ama.

27 Temmuz 2008 Pazar

Gelecek Kritik Programı



İlk gün için hızlı bir başlangıç oldu.Biraz paslanmış gibi hissettim kendimi yazarken.Farklı şeyler hakkında yazıyordum hatta başka yerli/yabancı müzik bloglarında yorumda bulunuyordum.Bir yere türkçe yazalım-yerimiz yurdumuz belli olsun dedik.Ama bu günlük bu kadar. Yemek yemem lazım. İlerde muhtemelen şunları yazacağım:

"The Last Shadow Puppets-Amy Winehouse-Glasvegas-Coldplay-The Rascals-The Verve-Joe Lean & The Jing Jang Jong-The Gadsdens-Black Kids-THE BOGGS-Mumford and Sons-The Courteeners-İnterpol-Valenteen-Ray LaMontagne-The Dodos-Cut Copy-The Devastations-The Fratellis-liam finn-Tilly and the Wall-Fleet Foxes-4 hero-Get Well Soon-Sam Sallon-CALLA...


Hatta birileri üstteki grup/kişilerden meşhur olanların haricindekilerle ilgili kritik yazıp yollarsa makbule geçer/hiç şakası yok yayınlarım. Zaten üstte ki bazı gruplar kevgire çevrildi.Bazıları baş tacı edildi/ediliyor. Bende ne yazacağımı bilmiyorum. Bekleyip göreceğiz.

Ver Bana SOAD Al Sana SOB


System of a Down(Soad) ülkemiz için tartışmalı bir grup. Seven var söven var bok atan var bok yutan var. Ne olursa olsun bu adamlar birlikte ya da farklı projelerde ilgi çekecek işler yapıyor. Zaten günümüzde bir grubun elemanları yan proje yapmıyorsa ona kız bile vermiyorlar. Daron Malakian(gitar-vokal) ve john dolmayan(davul) aynı işlevleri Soad da da yapmalarına rağmen Serj'e inat grup kurmuşlar gibi yeni şarkıları ile karşımıza çıktılar. Serj Tankian bildiğiniz gibi Soad'ın içli vokali.O kişisel albüm yayınlama işini grupta icat eden kişi. Kafası çalışan(Serart) ve sürekli hem müzikaliteyi hem de çevreyi (Tom Morello ile takılmalar(The Nightwatchman), Foo Fighter ile takılmalar) genişleten biri. Basçıları da bir hip hop projesine dahil sanırsam.Buna rağmen içlerinde ilgimi çeken hep Daron olmuştur. Hem yazdığı şarkılar ile hem de haraketleri ile. Scars on Broadway adlı projesi ile Metallica ile A perfect Circle arasında bir şey olmaya çalışmışlar.Ama ikiside olamamışlar.Bunları Chemicals ve They say şarkılarından edindiğim izlenimlere göre ve ilk kliplerine göre söylüyorum. Aslında Soad ı almışlar Sob yapmışlar. Dinlemeye değer bir proje bence. Sonuçta Daron son 10 yılda orataya çıkan sağlam bestekarlardan.Roulette gibi bir parçayı yazmış olması bile bu minimalist ama etkili bir adam olduğunun göstergesi.Yoksa Daron'dan James hetfield olmaz!

Eti kemiğinden sıyrılmış yalnızlık:Brett Anderson - Wilderness

Konuyu fazla uzatmayacağım.Suede tanıyan herkes onu tanır.Kulaklarımız öyle ya da böyle bu sese aşinadır.Love is Dead dedi ilk albümünde. Tamam, klişe şeyler şu çağda bunlar.Ama klişe şeyler yapıp içten olabilmekte marifet.Eskiden seksi görünmek gibi bir derdi varmış gibi görünse de şimdi sakin-yalnız-usul usul kana karışan bir folk sevdalısı.Aynı üstte ki resimde ki gibi.Boşluğa söylüyor şarkılarını.İster duyulsun ister duyulmasın.
Daha önce başka bir bloga hakkında aşağıda ki şeyleri de yazmıştım:
"Bazı müzisyenler vardır;çıtayı yükseltmek için salakça şarkılar yazmaya başlarlar.Oysa daha fazla yerin dibine girerler.Müzikal şahsiyetlerini lekelerler.Bazı müzisyenler vardır;bunlar şatafatlı zamanlarını biraz da olsa tekrar yaşamak uğruna tribüne oynarlar.Oysa kendilerini oyuncak yapmışlardır başkalarının dilinde.İşte Brett onlardan değil.Brett rock müziğin en janjanlı zamanlarından gelmesine rağmen yalnızlığına sim bulaştırmamış bir adam.Sıradan birisi bu albümü yapsa sıradan derdim.Ama Brett'in yaptığı en sıradan işlerde bile fazlası ile sırıtan bir yalnızlık var.Onu da benim nazarımda güzel yapan şey sanırım bu."
Ve bir de şunları:
"Brett'i her zaman sevmişimdir.David Bowie'nin yandan yemişi de deseler reenkarnasyonunu tamamlayamamış bowie de deseler bence yanlış zamanda ve yanlış yerde samimi olmaya çalışan yalnız bir adam o.Şunu bu albümle daha iyi gördüm ki folk ile kelt müziği arasında olmak istiyor kendisi.Kadınsı bir sesin kemanla sevişmesi zaten modern kelt müziği yapmak istediğini-şehir ilahileri söylemek istediğini bize göstermişti daha önce.Bu albümde de bunun izleri var ve bu yorumu sadece "Funeral Mantra" yı dinlerken yazıyorum.Bu parça dediklerimin özeti sanki.Altta ki melodi bir Lorena Mckennit parcası olan "the mummers dance"ı andırıyor.(pinhaninin ben nasıl büyük adam olacağım parçasının karakteristik melodisi de bu şarkıdan esinlenmişti bu arada)Kelt müziği izlenimim belki buradan geliyor.Ama Diğer şarkıları da dinleyince kendimi tebrik edeceğim bunu biliyorum.Her şeyden önemlisi Brett'i takdir etmek ama.O yine çok zarif ve yalnız."
İlk kritikte dediğim gibi(Portishead kritiği);İnsan kendine yakın bulduğu şeyi kayırır.Sanırım bunca edebiyat parçalamanın sebebi kısaca bu.

Albert'den Taze Homurdanmalar:¿como te llama?



Müzisyen:Albert Hammond, Jr.
Müzik Janrı (türü):Rock
Nereli: NY
İlk albüm çıkış tarihi:2006


Albert Hammond, Jr. (The Strokes’un has gitaristidir kendileri) Kardeşimiz yeni albüm yapınca dinlemek farz oluyor. Bizi net ve temiz gitar(bu kez hafif tozlu) soundunun beklediğini biliyoruz. Bağırmakla bağırmamak arasında ki sesi ve minimal gitar melodileri ile yeni albüm ¿como te llama? İle karşımızda. Benimde söyleyeceklerim var dedi,kendine orta karar bir ilk albümden sonra ondan bir gömlek üstün ikinci albümle çıka geldi. Zaten asıl işi The Strokes da herkes ayrı telden çalıyor. Basçının ayrı projesi, davulcunun sevgilisi ile bir grubu, Julian ise bir Queen of the Stone age ile düet bir Santogold ile düet felan filan… Ben böyle yan projelerin asıl gruba her zaman güç verdiği kanısındayım. Yani The Strokes dağılmaz kolay kolay. (hadi yaaa)Zaten bu yan projeler her zaman The strokes tan çok daha geri planda kalacak.Bu da iki iki dört. Albüme dönersek Bargain Of The Century ile GfC ilk dikkati çeken şarkılar. Ama buradan Albert’e şunları demek istiyorum: Agyness Deyn’i bırak ulan. Kardeş kardeşe bunu yapar mı:)!?!

Güzel bir albüm Beck-lemiyordum zaten: Modern Guilt



Müzisyen:Beck
Müzik Janrı (türü):İndie-Ortaya Karışık-Rock
Nereli: İngiltere
İlk albüm çıkış tarihi:1994


90lar ve öncesinde ki gibi tek bir tarza bağlı kalmak artık mazide kaldı. Herkes albüm yaparken içine Allah ne verdiyse koyma gayretinde. Beck oldum olası böyleydi.Denemeyi seven bir ağa beyimiz. Bu kötü bir şey değil ama bir yere odaklanmanın da kendine göre avantajları var. Albümü baştan sona dinlemedim. Çünkü gerek görmedim. Bilirsiniz bir kitabın ilk sayfasından ya da bir filmin fragmanından sizi nelerin beklediğini anlarsınız ya, durum aynen o. Beck sıradan bir albüm yapmış. Bu albümü bir başkası yapsaydı belki daha güzel görünürdü gözüme. Albüm kendisi ile bağ kurmamı engelliyor zaten. Sanırım bu çok seslilik ve çok tarzlılık olayının yan etkileri! Ben hala Beck’in Thom yorke ile düeti I'm Set Free ile Everybody's Gotta Learn Sometimes coverını severek dinliyorum. Canı sağ olsun Beck’in. Bir daha ki albüme kadar ömrümüz yeterse bekleriz biz onu.

Dirty Pretty Things'den İki diş sarımsak etkisi bile yapmayan ikinci albüm:Romance At Short Notice


Grup:Dirty Pretty Things

Müzik Janrı (türü):İndie-Alternatif-Rock

Nereli: İngiltere/Londra

İlk albüm çıkış tarihi:1996

Konumuz:2. albümleri Romance At Short Notice


Müzik ile ilgili yazı yazan herkese karşı bir sempati duyuyorum. Aslında genel olarak yazı yazan herkese bu sempatiyi duyduğum söylenebilir. Bunu söylememin sebebi Dirty Pretty Things ile ilgili yazı yazan birkaç yere bu grupla ilgili bir şeyler yazmamla ilişkili. Oasis’in Definitely maybe albümünden Digsy's dinner adlı parçasının girişi ile Dirty Pretty Things 'in ilk albümünün çıkış parçası Bang Bang You're Dead bana birbirlerini andırıyor gibi geldiğini yazmıştım birkaç yere. Zaten Oasis Dirty Pretty Things'in atası sayılır değil mi?Her şeye rağmen Dirty Pretty Things makul bir çıkış yapmıştı zamanında. Carl Barat işi biliyor hiç şüphesiz. Şimdi sene 2008. Karşımıza Romance At Short Notice adlı bir albümle çıktı Dirty Pretty Things. Sonuç hüsran. Zaten ilk albümlerinde de kanım bu gruba pek ısınamamıştı. Bu grubun daha doğrusu Pete ve Carl’ın fenomen haline gelen The Libertines soundundan bir çok grup nasiplenmiş ve Dirty Pretty Things ten daha iyi işler çıkarmışlardır bence. Hiçbir anlam ifade etmeyen notalar-salak pub şarkıları-olsun bitsine getirilmiş bir albüm- Carl Barat’ın Babyshambles ile yani Pete Doherty ile sidik yarışı yapacağım diye müzik yapmayı ihmal etmesi vs… Tek bir parça "Kicks Or Consumption" ölü gelinden hallice."Tired Of England" bir Moz şarkısı gibi.Hatta arada kalmış,bocalayan bir moz şarkısı gibi denebilir. Pete/Carl karşılaşmasında genelde herkes/özellikle de ikisinin de ilk albümü çıktığında Carl’dan yana oy kullanmışlardı. Ben Pete’nin daha üretken bir adam olduğu kanısındayım. Kısacası bu albüm vasat bir albüm. Carl da Pete de The Libertines ile maziye gömüldü. İster birlikte olsunlar-ister ayrı ayrı albümler yapsınlar-onlardan isteğim güzel şarkılar yapmaları-fazlası zaten hayal…

Allah'ın Hakkı Üçtür Diyen Grup: Portishead




Grup:Portishead
Müzik Janrı (türü):Trip Hop-Deneysel –Psychedelic
Nereli: BRISTOL
İlk albüm çıkış tarihi:1994

Ülkem indie camiası(böyle bir camia yok ama neyse) bazı gruplara kafayı taktı mı yere göğe sığdıramaz. Bu hep böyle olmuştur.Yurtdışı içinde de bu böyle. Bu doğanın kanunudur aslında. İnsan kendine yakın bulduğu şeyi kayırır.Kritik zamanlarda yanında olanı hep kendi ile ilişki içinde tutar.Baş tacı yapar.Portishead ve üçüncü albümleri Third bu özelliği ile önem arz eden bir albüm. 10-11 sene sonra çıkan bir üçüncü albüm ve garip bir duygu seli. Böyle olması da doğal. Çünkü piyasa gereksiz bir sürü grupla doluyken böyle bir grup insanlara samimi geliyor kuşkusuz. Albümlerini kısmen dinledim. Mod albümü yaptıklarını ve Noi Albinoi izleyip kendilerinden geçenler için bir albüm yapmışlar.Evet , tanım bu. Buz gibi bir albüm. Çoğu eleştirmene katılmadığım konu bu albümün ne çok yüce ne de çok kötü olduğudur. Albüm orta karar bir Psychedelic albümüdür. Albüme ilahi kavramlar bahşetmek bir roman yazarının yazdığı bir romana ilginç anlamlar yükleyen bir eleştirmenin söyledikleri açılımlar kadar ilginçtir aslında. Lüften kendimize arabesk malzemeden putlar yontmayalım. Yeni bir Mesih aramayalım. İlhan İrem’in cennet ilahilerini dinleyen de aynı moda girebilir. Ama illa ki yabancı biri olsun/Türk olunca dinleyesim gelmiyorumculardansanız The 3rd and the Mortal dinleyin.( Painting on Glass ile başlayın isterseniz-Çünkü onlar bu albümden daha üstün bir Psychedelic albümü seneler öncesinden yapmıştır bence-bu tarz bir çok albümde var aslında) Orta karar bir albümdür nihayetinde bu-diyeceğimde bu.Lütfen bir müzik grubuna gaza gelip bol keseden ilahi anlamlar-inanılmaz metaforlar yüklemeyin. Sonra üzüldüğünüz yanınıza kar kalır.Benden demesi...