29 Ekim 2008 Çarşamba

Kath Bloom-Aşk Teorik olarak bir Terördür



Ethan hawke bana benziyormuş.Külliyen yalan!Belkide bunun sebebi ara sıra yolda yürürken sağa sola bakıp "Come Here" ı mırıldanmamla alakalı olabilir.Kath Bloom'un çok güzel bir şarkısı. Belkide en iyi şarkısı. Bence bununda önemi yok. Bu şarkıyı her mırıldanmamda yürüdüğüm her caddede ki kızların beni kestiğini ve bana doğru geldiklerini düşünüyorum.Sonuçta gelenler oldu-gidenler oldu-bu sonsuz bir döngü-başlangıçtan sonu görmek zor-hele ki konu aşk ise...


Kath Bloom yeni albüm çıkarmış.Mütevazi bir folk şarkıcısı.Hep uzakta duruyor. Ancak siz ona gitmek isterseniz bir buluşma olacağa benziyor. Albümleri pek bulunmadığından yeni albümün linkini vermek bana düşüyor.





Ünal Arslan-KAYIP PUSULA

http://www.myspace.com/arslanunal

Müzik Koçluğunu yaptığım ilk projeyi sizlere takdim ediyorum efendim.Hep başkalarını tanıtacak değiliz ya!

Not:Daha sonra detaylara ineceğim.

20 Ekim 2008 Pazartesi

Howling Songs


Çocukluğumla bugünkü ben arasına giren grup:The Cure

Cemal Süreya yıllar sonra bir söyleşide, çocukluğundan onca beslenmesinin sebebini şöyle açıklıyor: “Çocukluğumla bugünkü ben arasında çok kısa mesafe olduğu için….”


İnsanların çoğu belkide büyüdüğünü ispatlamak için eskiden dinledikleri grupları iplemezler.Büyü-müşlerdir ya! Büyüdük be canım artık "The Cure" dinlenilir mi diyor kimileri!

Kim ne derse desin The Cure unutulmaz bir grup benim için.

Çünkü Robert Smith benim saklambaç arkadaşım. Beraber az saklanmadık somyanın altına. Kimilerinin eşekliği kimilerinin çocukluğu baki kalıyor işte! The Cure'da yaşlandıkça daha çocuklaşıyor. Bizim oralarda çocuklar hep "The Cure" dinliyor...


not:The Cure yazısı ilerde...

19 Ekim 2008 Pazar

Hep Çirkin Kadınlara Aşık Olduğumun Belgesi:Rykarda Parasol

Müzik dinleyicileri bazen bazı grupları ve müzisyenleri kendine saklarlar. Kimse ile paylaşmak istemezler. Bununla ilgili bir yazı yazmayı planlıyordum uzun süredir. Yazacağım inşallah. Ama şimdi sizinle birini paylaşacağım.Paylaşmak istemediğim biriydi.Çirkin sevgilimdi. Ama daha öncede kısaca ismini zikretmiştim. Size aşık olduğum en çirkin kadınlardan birini tanıtacağım.Zaten ben ne zaman güzel bir kadına aşık oldum ki!(Rykarda Parasol-Our Hearts First Meet-2006)




Woody allen sevdiğim bir filminde (Annie Hall) şöyle bir şey der: "ben küçükken herkes pamuk prensese aşık olurken bende kötü kalpli cadıya aşık oldurdum"


Rykarda Parasol-Rykarda Parasol-Rykarda Parasol-Rykarda Parasol-Rykarda Parasol....


linki kaldırmak zorunda kaldım. (http://www.bust.com mail geldiği için-erken davrananlar şanslı)

önemlinot:Sanırım ilk kez ben kritiğini yazacağım Türk sanal aleminde.Bu aşkın karşılığı olsa gerek:)Hatta google bile ismini pek tanımıyor.Yanlış bir isim yazmışım gibi düzeltmeye çalışıyor.Neyse siz bu kıyağımı unutmayın ha!Kısa bir ara sonra bu albümün kritiği gelecek.

The Last Shadow Puppets ve Arctic Monkeys ve tabiki Alex Turner


Dönem albümleri ile ilgili ilk yazıyı The Good, The Bad and The Queen (okumak için tıkla) için yazmıştım. Ve orada The Last Shadow Puppets ile ilgili yazıyıda ilerde yazacağımı söylemiştim.Sözümü tutma zamanı çoktan gelmiş. Geç yazmayıda bilerek seçtim ki fazla abartmayım diye. Birde albüm çıktığı gün dinleyip yazmak pek hoşuma gitmiyor. Ara sıra bunu yapmıyorda değilim. Bu açıdan The Last Shadow Puppets'a epey bir mühlet vermiş oldum. Zaten Alex Turner böyle bir projenin varlığından haber verdiği ilk andan beri takipteydim. Sonra youtube ile gitar-vokal-stüdyo görüntülerini dinlemiştim.Onlar ekledi sonra ben dinledim.Hatta sevdiğim bir gitarist arkadaşıma(BayKırmızıFender) "Standing Next To Me"nin akustik versiyonunu dinletip ingiliz listelerinde uzun süre bir numarada kalır demiştim.Bu proje ile Alex tahtını tahta at şekline getirip uçacak;millete şapka çıkarttıracak diye eklemiştim. Dediğim oldu sanırım.Arctic Monkeys'in 2. albümü "Favourite Worst Nightmare"in içinde bulunan "505" bana şöyle fısıldamıştı. İlerisi parlak! Öyle de oldu. Alex şarkı söylemenin şakımak olmadığını,şarkı yazmanında şatafat gerektirmediğini gösterdi gerçekten.Zaten üretken olduğunu/olduklarını “Coldplay gibi olabileceğimizi düşünemiyorum. Bir albümün turnesini 3 senede tamamlıyorsunuz, her gece aynı şarkılar!Bazı insanlar bundan hoşlanıyor olabilir ama biz değil” demesi ile "kızım sana diyorum, gelinim sen anla"vari beyanı ile altını çizmişlerdi. İşin bir başka boyutu ise Arctic Monkeys sevmeyenlerin bile The Last Shadow Puppets'a kayıtsız kalamamaları hatta epey sevmeleri idi. Şimdiden Alex Turner bazıları için bir idol oldu. Gelecek 10-20 senenin(belkide daha fazla) önemli bir müzikal karakteri olacağı düşünülüyor. Ben bunun için erken olduğunu düşünüyorum.Arctic Monkeys çıktığında ne kadar sevdiysem The Last Shadow Puppets ile sevgim iki misli artmasına rağmen biraz çekingelerimde var. Bunun sebebi Arctic Monkeys eğer 3. albümde radikal değişiklikler yapmazsa işin zora gireceği gerçeği. The Jam olsun The Clash olsun hatta The Libertines ve The Strokes olsun onları yeterince besledi. Her ne kadar Arctic Monkeys ikinci albüm ismini gönderme içeren bir şekilde "Favourite Worst Nightmare/En sevdiğim kabus" olarak koysada (bu gönderme 2. albüm sendromu bize vızz gelir tırs gider olarak okunabilir) bana "kendini tekrar" etmeye teğet geçtiklerini düşündürdü. Tabii "505"i dinleyince bundan caymadımda değil.The Last Shadow Puppets'a tekrar dönersek en önemlisi "london metropolitan orchestra"nın verdiği güç. "Kontrolsüz güç güç değildir" diye düşünen Alex ya da James ford(prodüktör) bu gücü kontrol etmesi için Owen pallett'i(final fantasy) orkestranın başına geçirmiş. İyide etmiş. Bundan daha önemlisi 50lerden 60lardan 70lerden en sevdikleri şarkılara benzer şarkılar yazmışlar. The Age of the Understatement - EP'si(indirmeniz için link vereceğim) bunun ilk işareti sayılabilir bir bakıma.Çünkü bu Ep'de David bowie coverı "in the heat of the morning" ve albümde olmayan "Billy fury" coverı Wondrous Place yer alıyor. Bu da derslerine ne denli çalıştıklarını gösteriyor. İşin güzel kısmı kendi şarkılarının coverları geçmesi. Belkide bu bilerek yapıldı kim bilir! Albüme gelirsek "Standing Next To Me" gibi bizde yıkılmadım ayaktayıma denk gelen güzel bir şarkı "My Mistakes Were Made For You" gibi orkestrasyon ve Alex aşkınızı perçinleyecek şarkılar -"The Time Has Come Again" gibi dinleyeni 17 yaşına götürecek bir şarkı - "Black Plant" gibi bir soundtrack hırkası giymiş şarkıya-"The Chamber" gibi derken albüm bitecek. Bu albüm gerçekten hemen hemen bir bütünü teşkil ediyor.2-3 şarkıyı dinlemiyorum pek. Sizlere linkini verdiğim Ep'de albümde olmayan "Billy fury" coverı Wondrous Place ve "Two Hearts In Two Weeks"(özellikle bayanların dinlemesi gerekiyor) adlı şarkı bulunuyor. Bu arada Miles kane kliplerde Alex'den daha karizmatik çıkıyor.Çocuğa ayıp ettiğimin farkındayım. Bu ne be canım Alex Alex Alex. Bu başarı yeni yetme şansı gibi görünmüyor ama diğer albümlerde elindeki tüm kartları göreceğiz sivilceli şirin bebenin.Miles'ın gönlünü bir The Rascals yazısı ile alırım ben.Siz merak etmeyin. Albümü dinleyin.


önemsiznot:Bu yazı best seller kitapların sonradan okunması mantığı ile yazılmamıştır.

17 Ekim 2008 Cuma

Nazan Öncel-Bu havada gidilmez


Türk pop müziğinde Sezen Aksu diye bir vaka vardır.Kendisini pek sevmem.(İlerde iyisi ile kötüsü ile onu işleyeceğiz)İyi işleri yok mudur elbette vardır.Ama ben herkesin Sezen dediği yerde Nazan demeyi Nazan Öncel'i ön plana çıkartmayı daha manidar bulurum. Çünkü Sezen'e göre daha samimi daha içten daha bir çocuksu gelir bana.Bu şarkıda çok rahatça bir "liseli" defterine yazılmış bir iç geçirme olarak kayda geçebilecek izlenimi versede çok güzel bir Nazan Öncel şarkısıdır.Mustafa Sandal'da "Pazara kadar değil, mezara kadar-Gelirim senle fizana kadar-Ayrılmak yok en son gün bile-Tarih bizi yazana kadar" demiştir.Ne kadar sözler içerik olarak aynı gibi görünsede arada bir o kadarda uçurum vardır. Bu dinleyince daha rahat anlaşılır.





beni bırakıp gitme bir yere
gidersen unutursun
dilerim böyle olmaz

Bu havada gidilmez
Güneşli günde gidilmez
Aslında hiç gidilmez

Son günüme kadar
Kalp durana kadar
Aşk mezara kadar
(sakın haa gitme)

beni unutma
unutama inşallah
unutursan kahrolurum
dilerim öyle olmaz

bu baharda gidilmez
yağmurlarda gidilmez
aslında hiç gidilmez

son günüme kadar
kalp durana kadar
aşk mezara kadar
(sakın haa gitme)




Not:İlerde Nazan Öncel ile ilgili geniş bir yazı yazabilirim.

16 Ekim 2008 Perşembe

Şehirli Derviş-Bu Blog-Vs...

Şehirli Derviş
(kimdir,nedir,ne yer,ne içer,kimlerdendir)
"Dervişlik hâldir, söz değildir, söz ile ele geçmez" der Seyyid Abdulkadir Geylani.O yüzden ismime aldanıp beni "derviş" sanmayın.Ne kadar hâlimi sözle anlatmaya çalışsamda derviş değil sadece işsizim.Belkide bu yüzden yazıyorum kim bilir.Sizdende iş talep etmiyorum sözüm ona ama sizinle de işim var denebilir.Çünkü buradayım ve yazıyorum.Çünkü "iş" çoğulluk gerektirir.Sizinle olan işim ise ticari bir ilişki değildir haliyle.Türk Dil Kurumunun "iş" kelimesine verdiği ilk açıklama bu blog içinde geçerlidir yani.Sonuç olarak "Derviş" ile "işsiz" arasında ne kadar fonetik benzerlik varsa ben o kadar dervişim işte.
"Şehirli derviş" kendime biçtiğim bir latifedir.Ama bir "nick" ya da bir "lakap" değildir.Mesela -dünya küçük- bir yerlerden beni tanıdığınızı düşünürseniz ya da bir yerlerde beni gördüğünüzü sanarsanız şiitt(shit değil) "Şehirli derviş" derseniz bir gün;ben dönüp arkama bakmam tabii.(çünkü burada "bana sadece 'iş' arkadaşlarım memoli" der gibi bir durum olmadığı için "şehirli derviş"liği kendimde görmem-bu durum sadece bu blogla sınırlıdır- bana ailemden başka kimsede seslenmez/seslenirsede adımla çağırırlar zaten)Ama bir çok kişinin içinde orta yerde "şehirli derviş" dediğinizde size garip garip bakabilirler. İşte size bakan o tüm insanlar "Şehirli Derviş" olabilirler.Bu aklınızda "Hepimiz şehirli dervişiz,hepimiz Kyser Soze'yiz" açılımına tekabül etmesin. Bu açıdan "Şehirli derviş" bir metaforda sayılabilir.Ve içinde/dışında ne kadar mecazlar barındırsada her şehirlinin "Şehirli derviş" olduğu gibi bir durumda buradan çıkarılabilir.En azından ben buradan böyle bir anlam çıkarmaktan kendimi alamıyorum.Çünkü "Derviş" sûfiyâne bir hayat yaşayan kişi,esas itibariyle "muhtaç, fakir" anlamlarına gelir.(ayrıntılı açıklama için:vikipedi)Ve her şehirli az-çok maddi ve daha çok manevi fukaralık içinde kendi olmaya-olduğu gibi kalmaya çalışırken;her yeni gün daha fazla inziva hayatını ofislerde,odalarda,plazalarda,yerlatında,yerüstünde,4duvararasında tecrübe ederken nasıl olurda her şehirli "derviş" sayılmaz.İnandığımız şeyler çeşitlilik arz etsede bu keşmekeşlik içinde varolan dervişlik potansiyeli bizde mevcuttur.Atatürk'ün "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" lafını modifiye edip "Muhtaç olduğumuz kudretin her an bizimle olduğu mutlaktır"da diyebiliriz.Ben öyle diyorum çünkü bu muhtaçlığı ölene kadar muhafaza edeceğiz.(Bu arada Atatürk'ün sözünü modifiye ettiğim için "sanırım darbe olmaz ya da lan bu adamın isminden belli derviş-ermiş-kendinielevermiş" gibisinden düşünülmesin diyede bu parantez açılmıştır.Çünkü Ulu Önder "beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!" diye bir lafta zikretmiştir anlayana!)
Velhasılıkelam bu yazıyla kafanızı çocuk maması kıvamına getirmiş olabilirim.Kıvama getirmeyi,yer yer ayar vermeyi,bazen gaza gelmeyi,gerektiği yerde bir güzel sövmeyi,zamanı gelince gitmeyi severim.Bu açıdan diyeceğim şu ki çocukları sevin,kedileri sevin,ağaçları sevin,Allah'ı sevin,Allah'ı bulanları sevin,Allah'ı bulamayanları sevin(Allah'ı bulamayan ile Allah'ı olmayan farklıdır!),sürekli Allah Allah dememi irticai bir faaliyet bellemeyin,(bu arada irtica kötü bir şey değildir-sadece "devlet sırrıdır"-içeriği açıklanmaz ve pek çok kişiye göre çeşitli tanımı vardır-misal şeriat kelimeside kötü bir şey değildir duyunca korkmayın!)bisikleti sevin,güzel sesleri sevin,güzel sözleri sevin,ailenizi sevin,geçmişinizi sevin,sevin,sevilin,ama daha çok sevin,sevin,sevin...

Bunca sevgi seline rağmen "beni sevmek zorunda değilsiniz".
Ama ben yazmak zorundayım.
Çünkü yazmaktan başka "çarem" yok.

not1:[bu bir içtenlik demogojisi ya da samimiyet şerhi değildir]Bu sadece şeydir.Her hangi bir "şey"dir.
not2:Sürekli parantez açıp bir şeyleri açıklama ihtiyacım tüm yanlış anlaşılmaları gidermek ve tatmin olmak içindir. Malum fitne-fücur çoktur.
not3:Daha ilk paragrafları okuyup beni ve bu blogu kendine göre etiketleyen,sınırlar çizen,önyargıları ile yargılayan zihniyetin,bu nota kadar okuyan zihniyetten farklı olduğunu düşünüyorum.Ama bu buraya kadar okuyanlara sevgi gösterisi yapacağım anlamınada gelmez.

Bu Blog
(ismi pek matah olmasada)
Bu blog klişe bir tabire sığınıp bir şeyler karalamak için kullanılmaktan ziyade özellikle ve genellikle müzik konusunda bir şeylerin altını çizmek-karalamak yerine aydınlatmak-her müziği ve kişiyi kendi konumunda değerlendirerek sağlıklı bir müzikal bilinci oluşturma niyetindedir. Bu niyet "hayal" bile olsa samimi bir niyettir. Ve bu niyet uğrunda kurulan cümleler-kullanılan kelimeler birer nimettir.Bir yazarın dediği gibi: "kelimeler nimettir;nimetle oyun olmaz."Zaman zaman haddimizi-boyumuzu-ufkumuzu aşan kelimelerde sarfedebiliriz. Bunu sözleri israf olarak görmekten çok sonsuz bir "toy"luğun ürünü olarak görüp-gelişerek,olgunlaşarak ve büyüyerek ilerlemeyi temenni etmek daha makbuldür.Kendi dileğimde budur.
"Elit Müzik Yazarı" modunda değil "Müzik hakkında yazmak" konumunda cereyan etmeyi arzuladığımı bilmenizi isterim. Çünkü şu günümüz "blog karnavalı"nda yeterince karavana blog varken, her blog yazarı kendini "meçhul meşhur yazar" olarak görürken bu kendini "adam" sayan blog hodbinliğe yanaşma-gelen yorumlarla yavşama dalaletine düşmemeye çalışır.
Söylediği sözler ortaya atılmış birer bilinçaltı inikâsıdır.Herkesin anlaması için yazılmaya çalışılan bu yazılar bazen anlaşılmayacak kaotikliğede gebe olabilir.Kurt Vonnegut der ki: "Pencereyi açıp herkesin seveceği bir şey yazmak isterseniz;zatürre olursunuz." Bu yüzden genelde "açık" yazmaya çalışıyorum. Bu "kapalı" yazarsam anlayamazsınız, "ben varya ben..." demekte değildir. Çünkü her yazar ne kadar anlaşılamamanın keyfini sürmek istesede(gizemli olmak istesede) daha çok anlaşılmak ister.
Bu blogda anlaşılması için yazılır.Ama anlaşılmasada yazılmaya devam eder.(imkanlar dahilinde)
Yorumlar
Yoruma gerek yok ben kendim için yazıyorum dersem yalan olur.Her tür yorum burada yayınlanıyor.Solcu-Sağcı-Devrimci-Ataist-Dindar-Eşcinsel-Normal-Anormal-her türlü "homo sapiens" yorumlara iştirak edebilir. Yazılara gelen olumlu ya da olumsuz her yoruma cevap verilmeye çalışılır. Çünkü her yorum yine yorum bekler.Yorumlamak iyidir.Yorumu yorumlamak iyidir.Bazen yorumlamak homurdamak olarak tezahür edebilir. Sınırları aşmadıkça sorun yapmam. Bu sınır Meksika sınırına kadardır.
Başka sitelere-bloglara-forumlara yazdığım yorumlardan şunu söyleyebilirim ki burası "artistlik poligonu" ya da "Entel meydanı" değildir. Kişileri müzikal bilgilerinden-düşüncelerinden-Nickinden dolayı "adam yerine" koymamazlık etmem. Aksine yazılan yorumların blogun kimliğini belli ettiğini-ne kadar samimi olup olmadığını-kimin ya da kimlerin tekelinde olduğunu-hangi bilinçle yazılıp çizildiğini ortaya koyduğunu düşünüyorum.Yorumsuzluğunda kimi zaman bir "etki" kimi zaman bir "tepki" olduğunu ama yorumsuz kalmanın sitenin katmadeğerinden bir şey düşürmeyeceğini düşünüyorum.(Yorumsuzluk kimliksizlik değildir) Ama yorumlara verdiğim cevaplarda(ek yorumlarda) yazan kişinin üslubuna göre fıtratım değişebilir/değişir.Şirretleşebilirim ama bununda bir sınırı vardır.Ve bu sınır Kasr-ı şirin antlaşması ile çizilmemiştir.
İçerik
Blog içeriği belli bir kronoloji izlememekle beraber kafasına göre takılır.Ama bu kafasına göre takılma eylemi "kafa bir milyon" şekilde değil aklı selim bir biçimde yapılır. Bu yüzden denge esası korunarak hem dünü-hem bugünü-hemde geleceğe yönelik yazılar yazılır. Zaman zaman ingilizce takviyesi yapılmasının nedeni ise yabancı okurlarıda bu blogda görmek isteğidir.Belki ilerde Türkçe ve İngilizce içeriği beraber uygulama şansımız olur.Ben buna talibim,yazıların ingilizce çevirisini yaparım diyen arkadaşları ise baş tacı edebilirim.Çokta güzel olur.İstediğimde budur. Genel olarak Rock tabanlı bir müzik skalasında dolansamda bu çerçeveyi genişletme gayretindeyim.Sevmediğim kişileride tarafsız yazmak mecburiyetindeyim.En azından böyle düşünüyorum. Yazıların uzunluğu-kısalığı-doluluğu-boşluğuna bakılarak grup hakkında yorum yapmak yanlış olur. Öyle ki kısa bir yazı ile geçiştirilmiş bir grup ya da müzisyen sayfalarca yazılmış bir yazıdan daha kaliteli olabilir/hoşunuza daha çok gidebilir. Müzikal yönü olan sitelerde ki gettolaşmaya karşı olduğumdan ve böyle bir çok sitede,blogda yazdığımdan dolayı Türkiye'nin görüntü-içerik-anlayış sorunlarını bildiğimi düşünüyorum.Bilmediğim yerlerde bir bilene sormaya çalışıyor;bu konuda sizlerdende yardım ve destek bekliyorum.Ayrıca ben bu bloga katkıda bulunmak istiyorum diyen olursa kapıların sonuna kadar açık olduğunu ama yapısal ve içeriksel bir bozulma olmaması için editoryal diktatorya filtresi olacağını belirtmek isterim.
not1:Genelde "siz"li "biz"li konuştuğumun farkındayım.Bu TRT 2 sevgisinden kaynaklanıyor olabilir.Özellikle bu yazıda bu daha çok oldu.Bu blog için "Biz" diyeceğim bir örgütlenme yok.Sadece "ben(şehirli derviş)" yazıyorum. Ama sizin yorumlarınızla "biz" olmaya her geçen gün yaklaşıyoruz.
not2:Bu uzun yazıya ister "tanıtma" deyin ister "doktrin" ister blog "manifesto"su
Ben bu yazıyı niye yazdım
Bilin istedim...
Neyi(dış ses)
Gerekeni...
sonnot:Hayırdır birden bu yazı nereden esti diye soruyorsanız,"gecikmiş bir yazı" sadece derim.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Rachael Yamagata


3-5 kritik ile dönüyorum-kısa bir ara.O zamana kadar Ayın güzeline hep birlikte bakalım.
not:Rachael Yamagata yeni albümünde Ray LaMontagne ile "Duet" parçasını söylemiş. Ray'in yerinde olmak isterdim.
Not:Zaman zaman Tekrar mp3 ya da albüm linki koyacağım(tanıtım amacı ile) ama Türk grup ya da müzisyenlerinkini bilerek koymuyorum.Diğerlerine destek içinde albümü alırmısınız bilmem.Ama gerçekten sevdiyseniz ve paranız varsa tavsiye ettiğim albümleri alın derim.

14 Ekim 2008 Salı

Kargo-Yalnızlık Mevsimi-öncesi ve sonrası



Türkiye'nin önemli bir rock grubunun müzikal haritası ve kendine çizdiği yol


"O güne kadar bir Türk rock grubundan bu denli karanlık bir albüm dinlememiştim.O günden sonrada dinlemedim."-şehirli derviş...




Evet, "Yalnızlık Mevsimi" benim için böyle bir albümdü. Aslında "Kargo" grubunu seven-sevmeyen-önemseyen-önemsemeyen-önemsemiş gibi görünen herkes bu albümün bir başyapıt olduğu konusunda hem fikirdi(r).Bir albüm A'dan Z'ye nasıl insanı içine alır-konsept bir albüm nasıl yapılmalı gibi bir çok soruya cevap verebilen-fazlasını içeren bir albüm "Yalnızlık Mevsimi". Ki Kargo'nun "Sil baştan" albümünden bu yana bende bir çok anısı vardır. Her albümünü zevkle dinlemişimdir. Evet, her albümünü zevkle dinlemişimdir. Bunun içine "Ateş ve Su" albümünüde katıyorum. Kargo fanı olmasam da iyi bir Kargo dinleyicisiyim. Bu sevginin bir çok sebebi var aslında. Bunlardan ilki pek kimsenin gözardı ettiği bir durum olan Türk Rock müziğinin yükselişini sağlamış ilk grup olmasıdır.Bunu ilk albümleri "Sil Baştan" ile değil Koray Candemir'in kadroya katıldığı ilk albüm olan "Yarına ne kaldı" ile yapmışlardı.(Sil baştan albümünde vokal Deniz adlı bir bayandı-"Yıllar sonra" şarkısının klibini hiç unutmam) İşte ne zaman ki Koray ile Kargo gaza gelip şaha kalkınca "aheyheyhey" nidaları ile bir dönem başlamış oldu. "Yarına ne kaldı" albümünden çıkan ilk şarkı "Yüzleşme" gerçekten gaz bir şarkıydı. Ve Türk rock fişeğini ateşlemiş oldu. Tabii bir çok sebepten dolayı, özellikle Sezen Aksu,Erol Köse,Hakan Peker ve belli başlı bir kaç isim rock müziğin piyasadaki dengeleri değiştireceğini düşündüklerinden olsa gerek 1 rock albümüne karşılık 100 pop albümü çıkınca Türk Rock müziğin çığlığı bir anda fısıltıya dönüştü. Her şeye rağmen Kargo "Yarına ne kaldı" albümü ile farklı denemelere imza atmıştı. Bu albümde "Gece Fanzini" döneme göre oldukça deneysel bir parça olduğu gibi "Yıldızlar Ellerinde" gibi duygusal şarkılar "son defa" gibi stadyum şarkıları "Tırtılın Hikayesi" gibi metin arası göndermeleri olan şarkılar yazmışlardı.O dönem için fazla bir albüm sayılabilirdi rahatça. Sonra "Sevmek Zor" adlı albüm geldi. İlk albümü hem kapsayan hemde onu aşan bir albümdü.Kargo bu albümde daha da yabancı bir grup gibi tınlıyordu.Bunun sebeplerinden biride kayıt ve mix işini "Martin cru spencer"a emanet etmeleri de sayılabilir. Şarkı yazmak konusunda daha da gelişen grup bas gitaristleri Mehmet Şenol Şişli(M.ş.ş)nin yazdığı sözlerin olgunlaşması ile de epey bir yol katetmiş gibiydi. Öyle ki "Çünkü çok zor" gibi "Şairin Elinde" gibi "Ben ve Dünya" gibi "Ayrı Ayrı" gibi şarkıları "yapabilirmisin" gibi gizli bonusları ve meşhur "Badlik Amiri" gibi şarkıları içinde barındırıyordu.İlk albümde ki deneyselliği(Gece Fanzini) bile fazlası ile aşan "Badlik Amiri" ile Kargo sadece rock müziğe değil bir çok farklı türe karşı ilgisini göstermiş oldu. Çünkü grup içinde dönemin ve dünya rock müziğinin önemli isimleri dinleniyor,onlardan besleniliyordu. Bu gruplar sanırım Koray için U2 Selim ve Serkan için Depeche Mode Mehmet için Rush-King Crimson Burak için Toto idi. Bu yüzden albümlerde ki değişimler net okunabilirdi.Yıl 1998'i olunca Kargo "Yalnızlık Mevsimi" Türk Rock müziğinin mevsim normallerini etkiledi ama ne fazla satış yaptı ne de hak ettiği ilgiliyi gördü. Zaten bir grubun ya da müzisyenin en iyi albümü ile en çok satan albümü genelde farklı albümlerdir. Kargo Yarına Ne kaldı-Sevmek zor ve Yalnızlık mevsimi trilojisinde sürekli çıtayı yükseltti. Önemli sebeplerden birisi ise Yalnızlık Mevsiminin omurgasının M.ş.ş tarafından oluşturulmasıydı. Ve M.ş.ş progresif müzik dinleyiciliğinin yanında iyi bir söz yazarı olduğu için belki de Türkiye'nin en önemli ilk progresif rock konsept albümü sayılabilir "Yalnızlık Mevsimi".

"1. Azizlerin Yalnızlığı 2. Tanrıya Dua Et 3. Kalamış Parkı 4. Geçmek Süresi 5. Yalnızlar Çağı 6. Söyle 7. Pastel Zarlar 8. Marilyn Monroe 9. Kaderin Dizaynı 10. Ruhlarda Hiç Bir Sızı yok 11. Bukalemun 12. Arabic Fahişe 13. Boğaziçi 14. Sürgün 15. Azizlerin Yalnızlığına Geri Dönüş"


gibi bir playlist ve göndermelerle-felsefi yapısı ile gerçek bir başyapıttı. Kendi adıma albümün bir edebi şenlik olarak gördüm hep."Yannis ritsos"-"William burroughs"-"Hans Christian Andersen" - her zaman ki gibi "Özdemir Asaf"- ilk albümden("Gözleri")zaten belli edilen "Edip Cansever" sevgisi ve daha bir sürü yazar ve şairin izlerini taşıyan edebi kolaj niteliğinde bir albüm. Evet, hemen hemen her yerde Kargo'nun en iyi albümü olduğu yazılıp-söylensede en az satan albümü de bu albümdür. İşin hem ironik hemde trajik hatta trajikomik tarafı ise "Yalnızlık Mevsimi"nin bu denli sevilip-benimsenip-Türk rock müziğinde erişilmez bir yere konmasına rağmen bu albümün satmaması-gereken ilgiyi zamanında görmemesidir. Çünkü şuna eminim ki bu albüme baş tacı diyen çoğu kişi bile bu albümü almamıştır. Kargo'nun çıtayı sürekli düşürdüğünü söyleyenlerinde bu düşüşte payı vardır şüphesiz.Sadece onların değil bir çok çevrenin bunda payı vardır.(Acaba albüm çok satsaydı diye düşünmeden edemiyorum bazen) Ama zaten müzik tarihinde buna benzer bir çok gereken ilgiyi görmeyen albüm de vardır. Çünkü "Kaderin Dizaynı" böyle işlemektedir. Dünyanın çarkı daha az akıl ve kalp yoran şarkılardan yana olmuştur hep.Sonuçta ilgiyi hak eden tüm müzisyenlere ve albümlere gereken desteği gerektiği yollarla vermek gerekir. "Yalnızlık Mevsimi" ne kadar metefor olarak kullanılsada ironik bir şekilde bu "Yalnızlık"tan payını fazlası ile alan bir albüm olarak tarihte ki yerini almıştır.Gerçekten yalnız kalmıştır.Bu noktadan sonra diğer albümleri tek tek sizlere anlatmayacağım. Bunun nedeni olarak diğer albümleri önemsemediğim ya da sevmediğim sonucu çıkarılmasın.Zaten başta da buna değinmiştim. Gruplar ve müzisyenler farklı alanlara kayabilirler. Çok ani rota değiştirebilir ya da birden kayıplara karışabilirler. Kargo "Seni bir meleksin" albümünden sonra 3 sene kadar bir sessizlik yaşamış-dağılmış ve "Ateş ve Su" albümü ile yeniden bir araya gelmişlerdir. Ama ortada M.ş.ş yoktur. Hem liriksel hemde müzikal olarak büyük eksiklerin olduğu herkes tarafından fark edilsede bu bir seçimdir ve grubun çizdiği yeni yol onların takdiridir. Bu noktada dinleyici çok nazlı olsa bile durumu "dinlemek" ya da "dinlememek" olarak net çizgilerle ayırmakta dinleyicinin kendine kalmıştır. Buna rağmen çıtası zaten fazla yüksek olmayan Rock piyasası içinde gerek "Ateş ve Su" gerekse cover albümü "Yıldızların Altında" şöyle bir bakınca o kadar kötü sayılmayacağını düşünüyorum. Özellikle "Ateş ve Su" albümü iyi bir alternatif rock albümüdür. Eğer sözleri ingilizce yapıp amerikada ya da ingilterede çıkacak bir albüm olsa bence başarılı bir albüm bile olabilirdi. Dinlediğiniz tüm albümlerin liriklerine mi bakıyorsunuz acaba! Şöyle bir arşivinize bakın bu albümden pekte farkı olmayan onlarca rock grubu dinlemişsinizdir ve hala da dinliyorsunuzdur. Tabii bunların hepsi Kargo'nun "Yalnızlık Mevsimi"nden sonra çıtayı düşürdüğünü görmezden gelmemiz için yeterli değil. Ama durum çok net bir şekilde özetlenebilir.Hem ticari hemde beklenilen ilgi açısından ilk 3 albüm Kargo'yu yeterince tatmin etmemiş daha sonra ki "Sen bir Meleksin" ile başlayan süreç Kargo'ya daha fazla ilgi ve ticari başarı kazandırınca rota buraya çevirilmiştir.Bu durumda geçimini müzikten sağlayan(Türkiye gibi bir Rock piyasasında üstelik) kim olursa olsun az-çok aynı şeyi yapardı diye düşünüyorum.


Kargo sevilsin diye böyle bir yazı yazmadım aslında. Zaten kitlesi yeterince olan bir grup. Ama Kargo'nun bu ülke Rock müziğinin gelişmesinde önemli adımları olduğu unutulmamalı.Ve "Yalnızlık mevsimi" gibi bir albümün gelme ihtimalinin olmadığını bilelim. M.ş.ş'nin gruba geri dönme gibi bir ihtimali olsa bile (imkansız gibi dönmesi) yeniden böyle bir albüm olmaz.Ki Mehmet Şenol Şişli(M.ş.ş) kendi projelerinde iyi söz yazmaya devam ediyor gibi görünsede(şiir kitapları-biraderler projesi) geçen zaman içinde elle tutulur müzikal bir üründe vermemiştir. Demek ki her şey M.ş.ş demek büyük gaf olur. Bu açıdan "Yalnızlık Mevsini" bir kere geldi.Misal The Who kaç tane "Quadrophenia" yaptı ki? Her dönemin kendi havası-kendi koşulları-kendi ruhu vardır. Umarım Kargo "Sen bir Meleksin" ile başlayan ikinci döneminin en iyi albümünü önümüzde ki aylarda piyasaya sunar. Bizde geçmişi güzel yâd ederiz.


Not:Efes Dark için yaptıları Ep'yi ve Best of Kargo albümlerini es geçtiğimi belirteyim.

Onur Mete-90lardaPopDinlemekPekBirKeyifliydi

Türkçe pop dinledirim ara sıra. Özelde bir arşivim vardır bu konuda-özellikle hafızam özel bir arşivdir benim için. Bu arşivden çok sevdiğim bir adam Onur Mete. Zaten arşivimde iki şarkısı var ki kendilerini unutturmazlar.Onur Mete'nin şarkıları yorumlaması ve sesi gerçekten pop ve gitar ikilisinde çok başarılı. "Bitmesin" ve "Adaletsiz Yar" özellikle dinlemenizi salık vereceğim şarkılar. Çünkü bu tip şarkıların modası yoktur ama ruhu vardır. Dinlemesi her türlü insan çeşidi için faydalıdır. Dinleyip güzel değil diyende kalpsizin önde gidenidir be canım...
Not:Eğer yeniden bir albüm yaparsa(2009 için düşüncesi varmış sanırım) bu şarkılar referans alınarak(hatta 90 Türk popu) yapılsa çok güzel olur diye düşünüyorum.

Yasemin Mori-Aslında Tartışılacak Pek Yeni Bir Konu Yok

Ara sıra Türk rock piyasası ile ilgili şeyler yazıyorum. Çünkü "elin adam/kadın"larını övüyor ya da yeriyorken kendi grup ya da müzisyenimizide es geçmememiz gerek diye düşünüyorum. Yakın zaman içinde ilk albümü ile ortaya çıkan "Yasemin Mori" ilk albümü "Hayvanlar" ile Türk alternatif piyasasının dipsiz kuyusuna bir taş attı. Şimdi kimi iyi kimi kötü kimi ilginç kimi geçerli eleştiriler yapıyor. Konuyu ciddi anlamda irdelemek istedim bende. "Yasemin Mori" 26 yaşında genç bir bayan. Şirinde bir görüntüsü var Allah için.Bunun dışında piyasaya göre iyi bir sesi var.(Zaten kaç tane bayan vokal var ki alternatif piyasada)Bir şeyler üretiyor-bunu somut olarak sunuyor ve bir şeyler denemek istiyor bu da belli bu hanım kızın. Yaptığı şey yeni bir şey değil bunu bilmek lazım öncellikle. Çünkü kendisi alternatif kitlenin çoğu gibi bir "batı" hayranı. Ve doğal olarak sevdiği her şeyden bir tutam yapmak istiyor. Verdiği röportajlarda velvet underground,joy division,Queen,The smiths,the doors diyor bir diğer taraftan caz-trip hop diyor bir taraftan etnik ve doğu müziği dinlerim felan filan. Röportajlarda söylediği şeylerden ve bir iki yerde konuşurken onu gördüğümden şunu çıkardım; bu kızın kafası hayli karışık! Bu albüme de yansımış bir durum tabii. Çok şey anlatmaya çalışırken hiç bir şey anlatamamaya teğet geçiyor. Ama bu bir şey anladığımız anlamına gelmiyorda! Müzik,edebiyat,sinema,tarih,siyaset konularında aşırı bir kendimi göstereyim;millet "dolu" olduğumu anlasın durumumu bu onu çıkaramadım tam olarak. Şahsi görüşüm heyecandan affalladığı. Bunuda doğal görüyorum.Çünkü bu işlerde yeni ve genç(çokta heyecanlı ki bu çok belli ve böyle olması güzel bence) Albüme gelirsek 30 dakika kadar bir süre süren bir albüm.2 yıllık bir çalışma ve bundan daha öncede çalıştığını-yazdığını düşünürsek 3-4 yıllık bir uğraşın sonucu bu kadar az olması beni şaşırttı. Oysa ki Ozan çolakoğlu(Tarkan,Nil karaibrahimgil) ve Emre ırmak gibi kaliteli aranjör ve prodüktörlerle çalışması onu zaten elle tutulur yapıyorken en az 45dk lık bir albüm olabilirdi.(ama elinde bu kadar varmış demek-zaten bir müzisyen elinde iyi bir şarkı varsa onu saklamaz ya da saklamamalı) Özellikle bu isimler(Ozan çolakoğlu-Emre ırmak ) olmasa açıkçası pek bir şey olacağını da sanmıyorum.Albümün %50si bu isimler çünkü. Albüme bakınca kafa karışıklığı ve şarkı seçimlerinde ufak hatalar olduğunu düşünüyorum. Ne kadar albüm içinde hemen dikkat çekselerde "arjantin ve nolur nolur nolur" gibi şarkılar albümle örtüşmüyor.(Buna benzer ama janr olarak farklı bir durum Ferhat Göçer'in Son albümü Çok sevdim ikimizide ki Emel Sayın ile yaptığı düet şarkısı "doymadım sana" içinde geçerli idi) Sanki birazda haraketli şeyler olsun-ya bunlarıda koyalım gibisinden bir yol izlenmiş.İyi söz yazıyor deniyor ki zaman zaman bunun hakkını veriyor ama kafa karışıklığı söz yazma noktasında da var.Yoksa diğerlerini anlayamadım diye kötü demiyorum. Ya da kız öyle bir söz yazmış ki muhteşem ama anlaşılmıyor gibi bir durumda yok zaten.Bazı söyler "cümleleri ya da kelimleri bir araya getirmek" ve "fonetik bir uyum" sağlmak adına oynanmış ve değiştirilmiş gibi dururken kendi içeriğini ıskalıyor. Söz yazımı olarak yeni ve orjinal denemeler yapıyor diyeceğim bir durum zaten yok.(sevdiği insanların izinden giderek hafif Björk hafif Sia karması ama ikiside olamayan bir yol bu) Benim albümde söz ve müzik olarak en beğendiğim şarkılar "konuşmak ve mutsuz punk".Kendisi ne kadar kamera karşısında konuşamasa da "konuşmak" diye şarkı yazabiliyor. İronik olsada güzel bir durum. Yani kamera karşısında konuşmasada olur. İşi albüm yapmak onun zaten.Prodüktörlerin tecrübesi ile ilk albümden geçer not kazandığını düşünürken-"piyasaya göre" iyi şeylerde yaptığını düşünüyorum. Ama bu durum "Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler " durumu birazda. Batı müziğine öykünmeye çalışıp bunu az-çok başaran herkese aşırı sevgi ya da aşırı tepki gösterdiğimiz gerçeğini unutmayalım. Zaten alternatif denilen bir piyasa olmadığı için-güzel bir klip-iyi Prodüktörler-şirinliğini ön plana çıkaran bol bol fotoğraflar-akılda kalıcı ve yabancı tınlayan bir isim(Yasemin Mori), ortalamanın üstünde sözler ve şarkı yapıları ile başarı çok zor değil. Yaseminde bunca imkan ile bu kadarını başardı. Nil karaibrahimgil benzetmesinden kendisi pek hoşnut olmasa da(olmuyor sanırım;en azından onu sevenler hoşnut de6ğil) ona benzediği noktalar olduğunu söylemek isterim. Ve onu destekleyenlerin onu diğer kişilerle ya da amatör kişilerle kıyaslerken herkesi konumunda görmeleri ve imkanları dahilinde değerlendirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Elbette ki barda Duman coverları yaparak yetişip kendi bestelerini yazan bir gruptan farklı duruyor kendisi. Bilkent grafik okumuş-hali vakti hayli yerinde duran bir kızın-yanına ya da arkasına herkesin alamayacağı aranjör ve prodüktörleri alması-30 dklık bir albüm için hayli ciddi ve çeşitli yayın ve kanallardan destek pompalanmaları ile bir yerlere gelmesine şaşmamalı. Bunca şeye rağmen daha önce dediğim gibi eli-yüzü düzgün bir ilk albüm yapmıştır "Yasemin Mori". Umarım ikinci albümde daha gelişir ve olgunlaşır ki bu da isteğimdir-beklediğimdir.Ama Cem adrian'ın essentials/seçkiler albümünde düştüğü orjinal bir şey yapacağım derken "saçmalama" handikapına düşmez. Olayı zorlamaz umarım. Ayrıca bir grafik tasarımcı olarak yaptığı albüm kapağını beğenmediğimide söylemeden geçmeyim.

http://www.myspace.com/yasemori

11 Ekim 2008 Cumartesi

Emily Wells-The Symphonies: Dreams Memories & Parties-2008

Bu albümü dinlemezseniz üzülürsünüz bence! Owen pallett sevenler daha da sevecek bence. Çünkü bu kız şirinliği-güzel besteleri ile Owen pallett'e en güzel cevabı veriyor! Gereken dersi gerektiği gibi veriyor.Albümü ilerki bir zamanda tanıtacağım daha doyamadım.

YOAV-Nine Inch Nails karanlığı Damien Rice Aydınlığı bir arada


2008de kaçırılmaması fırsatlardan biri:YOAV

2008de mp3 çalarınızdan eksik olmayan 2008 yapımı bir albüm var mı? Başka şeyler dinlesenizde geri ona döndüğünüz bir albüm mesela. Hem size ritm tutturan hemde hüzünlendiren bir şey. Benim elime 3-5 albüm geçti diyebilirim. 2008 aslında garip bir sene oldu ama garipliği ile gaipten de sesler duydurdu bana. Yani sanırım dinlediğim şeyler çok değişkenlik gösterirken tekrar köklerime döndüm. İçinde gitar olan şeylere tekrar ruhumu teslim ettim.




"Imagine a record that matches the leftfield edge of Beck or Radiohead with the kind of sure-footed pop hooks Justin Timberlake's people would write a blank cheque for. A record which vividly conjures the life of an insightful outsider, set to the dark, loping rhythms of Massive Attack or Portishead. A record built around a voice that's as sweetly expressive as it is richly soulful. Then imagine that every single sound of it, including the bass & the drums, is performed by one man on his amazingly versatile guitar. That record is Charmed & Strange."




Yoav İsrail kökenli ama hayatının bir kısmını ingilterede bir kısmını amerikada müziğin ruhunun ruhuna sinmesini sağlamak için kendini yetiştirmiş bir adam. Dinlediği ve sevdiği şeyler kendi müziğini tarif ederken birbirinin sağlamasını o kadar güzel yapıyor ki samimi olduğunu buradan da anlıyorsunuz."Buradanda" dememin sebebi ortada-burada zaten çok iyi bir albüm olduğu ve full samimi ve insanı sarıpsarmalayan bir albüm yaptığıdır."Charmed & Strange" bu açıdan 2008'in en güzel işlerinden biridir. İçinde ki pop melodiler-rock müziğin albümün yumuşatılmış belkemiğini oluşturması-elektronik eklentilerin eklenti gibi durmayıp müziğin içine yoğrulduğu ve soğrulduğu-vokallerin zaman zaman değişip hep hüzünbazlıkta kesiştiği bir albüm. Trip*hop ve hip-hop tadı bile alınıyor bazı yerlerde. "Adore Adore" ile macera başlıyor. Klibi yanlış hatırlamıyorsam Fight Club'ın ruhunda ve bilinçaltı ilhamından esinlenmekte. Albüme çok güzel bir başlayış "Adore Adore". Sonra "Club Thing" adlı yarı Justin Timberlake gibi gelen ama bence YOAV'ın ona ironik bir atıfı sayılabilecek isminden belli karanlık Club şarkısı.Hatta 2dk 10. saniyesinde Tool şarkısına dönüşmesinden bile tedirgin olmadım değil. YOAV'ın aklında çok şey var ve bu ona saçmalamaktan çok yeni yollara sapma özelliği katmış."Live" hızlanalım çünkü sonraki şarkı yavaşlayacak hissi veren tempo şarkısı. Sonra "One By One" albümün en iyilerinden olarak karşımıza çıkıyor. Bütün bu ritmler ve darbuka-pad ya da drum machine gibi gelen sesler akustik gitardan geldiğini anlayınca şok oluyorsunuz. Parça içine çekiyor. Vokaller Thom yorke kadar kendinden geçmemiş bir Beck hissi veriyor. "There Is Nobody" hafif The white stripes parçası "Blue orchid"i anımsatıyor. Sonra yine gelişip değişiyor. Her parçada olduğu gibi ara ve dönüş gitar partisyonları burada da var. "Wake up" yine orta-üstü devamlılık şarkısı. "Beautiful Lie" zaten elemanın ilk single'ı. Güzel bir şarkı kendini tanıtmaya müsait özellikleri barındırıyor. Sesinin inceldiği yerlerde sizinde yüzünüz buruşuyor. Sesine çok hakim."Angel And The Animal" şarkısı bir balad kıvamında. Sözlerine bakmadım ama sen meleksin bense hayvan mealinde bir kadına yazılan yakarış parçalarından sanırım."Sometimes" yine tempoyu koruyan ve albümün ritimsel yapısını düşürmeyen bir parça."Yeah, The End" adından da anlaşıldığı üzere sona geldik-umarım seyehat iyi geçmiştir-esenlikler diyen bir parça. Son olarak "Where Is My Mind" coverı çıkıyor. Ne gerek vardı diyorum bir açıdan. Ama farklı bir ruha sokabilmiş kanımca. Format olarak albüme konulsa da olurdu konmasa da diyebileceğim tek iş bu. Yoksa biliyorum ki nasıl bazı büyük yazarlar hala "Don Kişot"u dönüp dönüp okuyorsa "Pixies"ın bu unutulmaz klasiğide herkese ruhunu damıtıp sunmaya devam edecek. Tekrar YOAV'a dönersek 2008in en dinlenesi-en kafa dağıtıcı-en keyif verici albümlerinden biri olarak karşımıza dikiliyor. Aslında pekte dikildiği yok-sanırım ciddi anlamda ilk kritiğini Türkçe bir blogta ben yapıyorum -buna da sevindim açıkçası. İçinde hit şarkının çok olduğu bir albümü dinlemekte-tanıtmakta keyfili YOAV-"Charmed & Strange"-2008




"I've been told it sounds like Damien Rice produced by the Neptunes, or an acoustic Nine Inch Nails, or Beck meets Buckley meets Björk. I'm not sure any of those is right. I guess I'd just say it's left-of-centre pop music inspired by all the big themes in my life and all the music I've been into. It's been a huge and often frustrating journey to get me here." Yoav allows himself a smile. "But it's definitely been worth it."



DarkFirstDarkListDarkChrist/Cam buğusuna yazılan şarkılar kuşağı 2008

Belki bir ara verebilirim diye bu listeyi buraya koydum. Bence arayın bulun bu şarkıları en az 7 tanesini seveceksiniz.En az beş tanesi için neden duymadım daha önce diyeceksiniz. En az 3 tanesine aşık olacaksınız.Ve en az bir tanesini kendinize ayıracaksınız.

2008 karanlık playlistler sek 9lamasının ilk playlisti.Sizde yapın 2008den karanlık bir liste. Gönderin-güzel olur bence...


not:listedekiler gelecek yazılarımın öznelerini oluşturan isimler.Rykarda Parasol ve The Red Paintings 2008 albümleri değil.Ama listeye o ruhla girdiler.Nedenini bende bilmiyorum.2008 klasörünün kendini bilmezliği işte.

Chris Cornell-Tom Morello:The Nightwatchman-One Day As a Lion's-Gavin DeGraw


Chris Cornell
Chris Cornell ile Timbaland arkadaş olursa ne olur? Tabii ki daha popüler olma ihtimali olan işler ortaya çıkar.Ki ben Cornell'i Soundgarden ile de pek dinlemezdim.Ne zaman Auidoslave ilk albümü ile çıktı ve ortayı dağıttı ise o zaman sevdim ve sevgim orada kaldı. Belki "Billie Jean" coverı ile gönlümü biraz aldı ama bu son albümü hiç iyi tınlamadı. Tamam yeniliklere açılmak istiyor olabilir-değişik işler yapıp kendi sınırlarını aşmayı istiyor da olabilir-ama Auidoslave den sonra çıta sürekli düşüyor. Bu albüm satar mı satar. Genç ergen kızların ve erkeklerin odalarına poster asmaya hala ihtiyacı var!



Tom Morello:The Nightwatchman

R.A.T.M ve sonrasında Audioslave ile işler uzun ömürlü olmayınca "Solo" macerasına başlayan Tom Morello ilk albümü ile vasat bir folk rock albümü yapmıştı.İlk albümü "tek kişilik işkence" gibiydi neredeyse-yersiz bir albümdü-birisi ona yüreğinin sesini dinle senden folk star olur Tom demiş sanki o da gaza gelmişti. Ama Bob Dylan belgeseli izlemekle Dylan olunmazdı.Tom hem faka hem boka basmıştı. Bunun nedeni sürekli aynı söylemi (R.A.T.M tipi şarkıları) devam ettirip bunun üstüne daha sıradan şarkılar yazması idi. Çok iyi bir gitarist olmak ayrı şey-iyi şarkı yazmak-kalbe dokunmak ayrı şey. 2008 tarihli "The Fabled City" albümü bu açıdan ilk albümden daha iyi. Hatta 6 ay önce Serj ile bir barda şarkı söylerken dinlemiştim bunları ve o şarkıyı aramıştım. O şarkı bu albümdenmiş- o zaman ortada yokmuş yani. O parça "Lazarus On Down". Ama o canlı performansta ki ruh yok.(bu parçanın ruhunu kaybetmesi olayının bir benzeri Pinhani'nin "Bir Anda" parçasının da başına gelmişti laf aramızda)Serj etkisi de şarkıda epey törpülenmiş-sanırım öne çıkması pek istenmemiş.İlkine göre daha iyi ama hala iyi olmayan hatta bir an önce bitmesi gereken bir solo proje bu. Bunca yergiye rağmen "The Fabled City" gibi "Whatever It Takes" gibi haydi eller havaya parçaları ve "Lazarus On Down" gibi güzellikler mevcut. Hatta albümün en iyisi "Lazarus On Down". Tom bir Soad şarkısı olan "roulette" yazacak kadar iyi besteci değil ama çok iyi bir gitarist ve bu şarkı da güzel bir şarkı.








Gavin DeGraw

"Follow Through" ile tanımıştım bu elemanı sanırım. Sonra "I don't want to be" de Chris Cornell'i bile hatırladım ucundan. in love with a girl ise sanki bir anadolu rock girişi gibi başlasada eğlenceli bir parça. Fena değil yani dinleyin.
www.myspace.com/gavindegraw

One Day As a Lion's
Zach de la Rocha R.A.T.M(Rage Against the Machine) dan ayrılınca.Solo yapacaktı doğal olarak. Aslında bir grubun dağılması ile genelde solist ayakta kalır genellemesi Rage Against the Machine geçerli olmadı pek. Çünkü çok da matah işler çıkmadı Zach de la Rocha dan. Yani Dead Kennedys dinlerim. Black Flag dinlerim. Yinede Zach de la Rocha ve The Mars Volta'dan ayrılan Jon Theodore 'nin aynı projede buluşması ilgi çekici olabilir diye düşündüm. Çünkü son dönem rock davulcuları arasında çalışından haz aldığım sayılı davulculardandır kendisi. Hatta Lars Ulrich bile son zamanlarda en beğendiğim davulcu diyordu bir yerde kendisi ile ilgili.(Mars voltanın ikinci albüm zamanlarında) Sonuç olarak Rage Against the Machine'nın külleri ne kadar alev etkisi yapar. Çünkü One Day As a Lion's kıvılcım bile çıkaracak güçte değil. Orta halli bir proje grubu. Dinlemekte yinede fayda var.

10 Ekim 2008 Cuma

Erdem Yener-Kirli Pop

Türk pop-rock piyasasının yeni-yeni kanlara ihtiyacı olduğunun sürekli altını-üstünü çiziyorum. Geçen gün birini dinledim.İsmi "Erdem Yener".13 ekimde albümüde çıkıyormuş. Ne kadar grunge felan desede bildiğin pop-rock (en azından ilk şarkı "belki" için bu denebilir)Bu arkadaşımız Emre Aydın'ın update edilmiş versiyonu.Daha yetenekli olduğuda belli.(müzisyenlik olarak)Ayrıca kameraya bakmayı,poz kesmeyi biliyor. Şarkı sözleride ortalama üstü-müzikle paralel iyilikte.Sonuçta iyi yapan herkese açık olan müzikal boşluktan payına alacak bu belli. Çünkü Türk alternatif müziğinde arkada 4lenecek çok yer var. Bu arada çıkacak albümün ismi "Kirli" imiş. Yani şarkı isimleride-albüm isimleride çok sıradan.Neyse "kirlenmek güzeldir" diyelim konuyu kapatalım.

Not:Hande Yener'in yeğeni gibi zevzekliklere ve Emre Aydın benzetmelerine şimdiden alışsa iyi olur:) Ayrıca ota boka "indie" diyorlar ya hadi hayırlısı...

8 Ekim 2008 Çarşamba

Syd Matters-Ghost Days-2008



2008'i hayalet haleti ruhiyesi ile yaşamanızı sağlayacak bir albüm:Ghost Days


Eğer 2008 albümlerinden bir Top 10 yapsaydım (yapmayacağımı kim söyledi) bu albümlerden biri kesinlikle "Ghost Days" olurdu. Böyle albümleri dinleyince kendimi yollara atmak istiyorum-yürürken rüyalar görmek istiyorum. Sokaklar film çeksin-insanlar kendini oynasın istiyorum. "Syd Matters" o kadar güzel bir adam ki sesinin güzelliği kalbinden geliyor sanki. İlla ki bir kıyaslama isterseniz "Rufus Wainwright" kadar iyi bir ses ve ondan daha "indie" albümler yapıyor. Misal Rufus kent ozanı ise bu karanlığın prensi gibi tınlıyor. "Ghost Days" tam bir oda albümü benim için. Işıkları kapatın ve albümü açın. Şarkıların ateş böceği gibi ışıldadığını ama sizi karanlığa mıhladığını göreceksiniz.


Albüme dönersek "Everything Else" (bulup buluşturup dinleyin) - "Cloudflakes"...Albümün tamamını yazmam gerekecek."Syd Matters" gelirsek Syd Barrett and Roger Waters karması bir isim.."Syd Matters" takma adı "Jonathan Morali"nin kendi isminden fiyakalı ve çok güzel tınlıyor. İsmini aldığı kişilerin yüzünü kara çıkarmayacak bir albümle 2008 tarihli Ghost Days'i bizlere armağan ediyor. Böyle bir hediyeyi sizlerle paylaşmak benide çok mutlu ediyor.

Not: İlk link 2008 albümü "Ghost Days"den. Diğerleri ilk albümden. Hatta "Hello sunshine" bir "Super Furry Animals" coverı.Ayrıca birde Ane Brun ile birlikte söyledikleri "Little Lights" var.Birde kapağı çok güzel...


Syd Matters-Cloudflakes (amazing-download)





Keane-Perfect Symmetry-2008

Açıkçası Keane çıktığı zamanlardan bu yana piyanolu pop şarkıları yapan bir grup olarak aklımda kalmıştı. Çokta dinleyen biri değilim grubu. Ama albümden önce çıkan "Spiralling"i dinleyince kulağa güzel ama kalbe vasat bir şarkı izlenimi oluşmuştu bende. Bu açıdan "Herkes beğensin diye albüm nasıl yapılır"a güzel bir örnek Perfect Symmetry. Albüm akıyor-yormuyor-tatlı tatlı-ne güzel.Ama işin kötüsü bende simetri hastalığı var."Keane" kantarın topuzunu fazlaca kaçırmış olduğundan gerek hastalığım azıyor.Son dönemde çoğu grupta olduğu gibi Keane'de de U2 kokusu var. Ama daha donuk bir U2. Ki ben U2 da sevmem pek. Bu açıdan albüme iyi diyemeyeceğim. Bir önceki kritikde ki Coldplay kadar "hit" şarkıda yok. Cilalanmış bir albüm. Eski albümlerinde en azından daha iyi şarkılar vardı. Bu açıdan albüm tat vermeyen.Ne eğlendiren ne de hüzünlendiren bir albüm. Kapağı açılınca gazı kaçan albümlerden.

Coldplay-Viva La Vida Or Death And All His Friends-2008

İlk albümden son albüme Coldplay hiç değişmedi.Değişen tek şeye değişim deselerde; Coldplay için değişen hem değişimin kaçınılmaz olduğu hemde beklentinin büyük olduğuydu. Her büyük grup dinleyenlerin bu "beklenti"sinden kendi payına olanı alır ve dünyayı sırtında taşıyan Atlas gibi görünmez terler döker. Her yeni albüm-yeni beklentiler ile beraber çağa ayak uydurma ve geçmişten izler taşıma özelliği taşıyacağı için gruplar ya da müzisyenler her yeni albümde bu "baskı"yı yaşar ki bu da doğaldır. Coldplay her albümde bunu az çok yaşadı. Ama özellikle "Viva La Vida Or Death And All His Friends" adlı 2008 tarihli bu albümde bunu daha fazla hissettirdi. Coldplay'in Radiohead'e öykündüğünü herkes bilir. Belki bu önyargıdan kurtulmak için bu kez U2 ya doğru bir yaklaşma yaşıyorlar zaman zaman.Ama daha çok experimental tınıların ve yer yer post rock ruhuda albüme sızdırılmış. En azından bu seziliyor bir kaç kere dinleyince. Bir grup hakkında ki hükümleriniz artık kesinleşmişse hiç bir söylenene kulak asmazsınız. Bu albüm kuşkusuz iyi bir albüm. Bunu Coldplay'in diğer albümlerine bakarak söylüyorum. Evet, bunu "ıÜüParachutes" albümünüde içine katarak söylüyorum. Sonuçta ilk albümden bu yana onlar hiç değişmedi. Her albümde aynı sayıda "hit" var. Bu albümde de o kadar var. Müzikal olarak değişim farklı bir sound bulmak için değil "aynı numarayı kaç kez yutarlar"ın dışına geçirilmiş bir kılıf şeklinde zaten.Bu yüzdende "Brain Eno" albüm için ne yaptı sormak gerek. Bence o olsada o olmasada sanki aynı albümü dinleyecekmişiz gibi bir hava hakim. Her şeyi bir kenara bırakırsak "42" gibi "Lost!" gibi ve bir düzenleme güzellemesi olan "Viva La Vida" gibi dikkat çeken şarkılar var. Özellikle "42" "Those who are dead are not dead/They’re just living in my head"(Ölenler ölü sayılmaz/Hala zihnimde yaşıyorlarken) tam çevirisi "insan unutulduğu zaman ölür" gibi hoş sözlerde içeriyor. Kuşkusuz Chris ve arkadaşları bir şeyler yapmak için çalışıyor ve zaman el verdikçe çalışacaklar gibi görünüyor. "Time is so short and I’m sure/There must be something more )

6 Ekim 2008 Pazartesi

Neutral Milk Hotel-in The Aeroplane Over The Sea

Bir dönem uzun süre dinlemiştim bu albümü.Daha uzun bir sürede dinleyecekmişim gibi duruyor. Kurt Cobain'den sonra bu kadar güzel detone olan adam görmedim.Çok güzel ve dönem itibari ile önemli bir albüm.Sevdiğim 4-5 tane Jeff'ten biri de Jeff Mangum.

Two-Headed Boy-Two-Headed Boy-Two-Headed Boy-Two-Headed Boy-Two


4 Ekim 2008 Cumartesi

Karanlıktan Aydınlığa Doğru Sayarken:Ane Brun-William Fitzsimmons-CALLMEKAT-Peter Broderick-Tina Dico

Size vereceğim ve sizinde ona sevgide kusur etmeyeceğinizi bildiğim biri "Ane Brun". Akustik-Folk-Gothic bir şey yapıyor.Zaten bunu "To Let Myself go" yu dinleyince anlayacaksınız.Download yok.Kusura bakmazsınız bilirim.





Şimdiki kardeşimiz ise William Fitzsimmons adını taşıyor. Çok tanıdık ve melankolik bir sesi var.Yine Folk.Ama daha makulunden. Hiç zorlamayan ama dalıp-gidebileceğiniz bir albüm yapmış.Hüzün katsayısı kıvamında."If You Would Come Back Home" bunu gösteriyor."The Sparrow & The Crow" gayet olumlu bir albüm.






Cocorosie sevenlerini memnun edecek kadar güzel ve bence onlara göre artıları olan bir tek kişilik yalnızlık piyesi CALLMEKAT. Yani illada sizi bunalıma sokacağım diye kendini kasmıyor.Bunu samimi bir şekilde yapıyor.Bu da en güzeli. "Bug in a web"i canınız sıkkın iken dinlemeyin derim.









Peter Broderick adlı yetenekli genç 87li. Yaşıtlarının çoğu "Bir kız gördüm hayran-dönüpte bakmayan hayvan" tandanslı şarkılar yaparken bu klasik müzik-minimalist takılma derdine düşmüş-iyide etmiş. Folk'a ve elektronik seslere de kafası çalışıyor. Bu yılın hoş işçiliği "Home" adlı albümü dinledim.Soundtrack havası var daha çok.Başkalarına ettiği yardım albümünün bir adım önüne geçse de "Not At Home" dinlenmeli.










Zero 7 -when it falls ile rüyalarımızı sulandırmıştı Tina Dico.Sonra danimarkadan ingiltereye geçiş yapmış sanırım. O zaman bu zamandır hep güzel ve duygulu bir kadın olarak aklımda kaldı.Tina Dico. İsmi gibi net bir müzik icra eden(akustik-folk) Tina Dico yeni albümünden "Stains" ile bir "Stan" etkisi yapmasa da ondan eksik kalmıyor. Sesini iyi kullanıyor-duygu her noktada."No time to Sleep" dinlerken sabah ezanı okunuyor Ankara'da.


http://www.myspace.com/tinadico

Vusi Mahlasela


Jem'in son albümünde (down to earth) "You will make" ile keşif ettiğim birisi.Çok güzel bir sesi var.Folk yapıyor ayrıca. Afro köklerden kopmamış. Her şeyi oradan geliyor çünkü.Güzelliğinin nedenlerinden çoğu da bu.

Johnny Berlin - Find What You Love And Let It Kill You


İnterpol ile Oasis'i karıştır ve arası Nirvana dinle.Dediklerimi banyo yaparken zihninde karıştır ve daha düz mantık hale getir.Olsun bitsin.
(download)

The Black Ghosts



Şu sıralar en çok dinlediğim gruplardan biridir kendileri.Özellikle "Someway Through This" ile başlayan albümü insan dinlemeden duramıyor.


>>mp3>> Any Way You Choose to Give It (original mix)

http://www.myspace.com/blackghosts


Erykah Badu


Erykah Badu ismini daha önce duydunuz mu? Eğer duymadıysanız kulak verin.Mesela "I want you" ile başlayın.Ayrıca konser afişlerine göz atın. Tam çerçevelik-güzel popartlar.

Protest The Hero-Fortress (2008)




Ne kadar The Mars Volta içimde ki proggresive sevdasına merhem olsada "Protest The Hero" 2008'in en afili proggresive metal albümü yapmış.Metal dinleyicileri kaçırmasın derim!


Protest The Hero - Fortress (2008)
(tıkla-indir-download)