20 Mart 2009 Cuma

Pete Doherty-Grace / Wastelands- I'm not gay - I'm british

The Libertines bir konuşmada mevzu bahis olduğunda fonda "The good old days" çalar ve ben konuşmaya başlarım.Bir anda herkes susar benim dışımda.İçimde ne varsa dışarda.Konuşacak o kadar çok şey var ki!Ama bu eski günlere özlem duyduğum anlamınada pek gelmez.Zaten benim için günler eskimez okuyucu.Her şey olduğu yerde durur.Değişen sadece bizim o ana olan mesafemiz-uzaklağımız ya da yakınlığımızdır.İnsan olarak ortak acıların kasesinden kan içtiğimiz için-kan kaybettiğimiz için-ya da için için yandığımız için mutlu anları tekrar yaşama umudu ile yaşamaz mıyız? "Ölmek için yaşıyorum" haleti ruhiyesine sarmalanmış olsakta.Pete Doherty işte o başta dediğimiz grup The Libertines'in beyaz gömlekli cankisi idi.İsmini boynuna dövme olarak yazdırdığı oğlu Astile'nin etkisi ile adam akıllı bir kayıt yaptı sonuçta.Grace / Wastelands her ne kadar beklentilerimin altında olsada kolay dinlenilebilir ve albüm ismi ile benzerlik oluşturan bir western sounduna da sahip.Bunda gitarları ele alan Graham coxon ve The smiths,Blur,Suede gibi brit fenomenlerinin prodüksiyon amiri Stephen Street'in payı büyük. Sonuçta Pete Doherty bir The smiths ekolünden çıkma bir singer-songwriter.Ki ortak paydaları Oscar Wilde ile albümde yer yer karşılaşıyoruz yine.Albümün Olimpik stüdyolarında(yazılışı hatalı be güzelim) kayıt edilmiş olması acaba Bono ile Pete karşılaştımı sorusuna gebe olabilir ki U2 son albümünü stüdyonun kapanış grubu olarak kayıt etti.Neyse-bizene...Doğru kanlar-paralel soundlar ve çok fazla abartıya kaçmayan sade düzenlemeler albümün karakteristiğine katma değer sağlıyor.Pete'nin en önemli mahareti ise bence nakaratı olmayan şarkılar yazmasına rağmen onları dinletmeyi bilmesi.Bunu yapmak açıkçası pek kolay bir şey değil.Ama onun büyük bir artısı var.Bu da newcastle civarında yaşan geordie vari aksanı ile sanırım daha çok londralıların konuştuğu cockney aksanının bir karması olan ingiliz aksanı sayesinde müziğindeki eksilerin büyük bir kısmını kapatıyor.Çünkü bir dili kendi kişiliğin gibi yanstımak seni başlı başına bir kişi yapar.Yavşayan ama yavşaklaşmayan bu aksanı "I'm not gay - I'm british" deyişinden epey uzakta insana keyif veriyor.Müzikte vintage havasını fazlası ile soluduğumuz şu günlerde Pete'nin soundu her ne kadar The Last shadow puppets ve benzerlerine paralel görünsede bu adam zaten eline gitarı aldığında zaten bu tip şarkıları yazıyordu diye insanın hafızasını yoklamasına el veriyor.Günümüz Syd barrett'i olması gibi bir imkanı olmayan Pete sadece o kendi külünden yeniden doğanlardan ve Rockstar ışıltısını şarkıları ile saçmaya çalışanlardan diye yerini hafızalarımızda ayırtmaya çalışıyor.Bence "A Little Death Around the Eyes" bunu yapacak nitelikte demlenmiş bir parça."Salome" yine öyle.Sheepskin Tearaway ise Pete'nin Kate Moss ile mum ışığında sevişmesi.Dot allison ile öyle okumuşlar gibi."Through the Looking Glass" bardağın dolu tarafından boş tarafını görme çabası."Last Of The English Roses" halı saha maçından sonra yapılan soğuk duş etkisi.Klibinin Homofobik finali ülkemiz halı saha gençleri için soğuk havada surata top çarması gibi bir etki yaratabilir.Ellerinizi pipinize örtün Pete frikik çekiyor!Sonuç olarak barajı geçen ama daha iyisi neden olmasın dedirten bir albüm.Başta dediğim gibi "I'm british" diye bas bas bağıran çekinik melankolik bir albüm.

2 yorum:

Bellamy. dedi ki...

sene başından beri dinlediğim en iyi albümlerden biri olarak tarif edebilirim. ben de karalamıştım bir şeyler, paralel şeyler ama daha iyimser :)

Şehirli Derviş dedi ki...

@Bellamy
Sende çok iyimsersin canım.Mesela "Last Of The English Roses" bile başlı başına The Jam'den "English Rose" klasiğinin(benim için) 2000lerde yeniden yorumlanmasından ibaret.Ama bu çocuk kendini ve müziği satmayı biliyor.